Thursday, February 03, 2011

Safaviler devleti ve Türk dili

Prof . Dr. Türkan Genceli

Farsçadan Türkçeye Çeviren: Güntay Gencalp



Safaviler devleti ve Türk dili[1]

Şah İsmail Nahçıvan’ın yakınlığında yerleşen Şarur’da Elvend Mirza Akkoyunlu´yu da yendikten sonra 1501 yılında Safavi -Türk devletini tesis ederek, ta eskilerden Azerbaycan’ın uygarlık odağı olan Tebriz’i başkent ilan etti. Şah İsmail’in oğlu ve canişini Şah Tehmasip Osmanlı tehdidi ve güvenlik nedeniyle başkenti Kazvin’e intikal etti. Birinci Şah Abbas ise başkenti İsfahan’a nakil ettirdi. Baş kentin Türk Merkezli Tebriz şehrinden Fars nüfusu ağırlıkta olan İsfahan şehrine intikal edilişi Tebriz’in siyasal ve kültürel önemini geniş ölçüde küçümsemiştir. Diğer taraftan Şah Abbas’ın orduda yaptığı reformlar yüzünden Kızılbaşlar önemini kaybetmeye başlamıştı.

Bütün bunlara karşın Safavi şahlarının ve Kızılbaşların ana dili olan Türkçe yeni başkent İsfahan’da da Tebriz’de ve Kazvin’de olduğu gibi kendi yaygınlığını ve etkinliğini sürdürmüştür. İsfahan’ın Abbasabad mahallesinin sakinlerinin dili öncelerden de Türkçe idi. Bu mahalle İsfahan’ın batı tarafında Tebrizlilerin yerleşmeleri için ihdas edilmiştir.

Avrupalı gezginler ve İran’da görevli olan bazı Avrupalılar Türk dilinin Safaviler dönemindeki önemi konusunda ilginç bilgiler vermektedirler. Bu bilgiler ırk ve dil konusunda olmakla beraber bu dönemdeki Türk dilinin olağan önemini, değerini de içermektedir. İki yıl İstanbul’da ikamet ederek Türkçe öğrenen ünlü seyyah Pietro Della Vale 18 Aralık 1617 yılında İsfahan’dan arkadaşı Maryo İskipano’ya gönderdiği mektubunda yazıyor ki: “Safavi devletinin arazisinde Farsça’dan daha çok Türk dili konuşuluyor, özellikle sarayda ve devlet şahsiyetleri arasında…yalnız, Türkçe konuşmak Safavi devleti vatandaşlarının Türkçe’yi Farsça’ya tercih etmeleri ve Türkçe’ye daha fazla değer vermeleri anlamında değildir. Bunun bir nedeni Safavi devleti tebaalarının çoğunlukta Türk ve diğer nedeni ise ordunun bütünü ile Kızılbaşlardan oluşmasıdır. Kızılbaşlar ise soy olarak Tüktürler. Hatta padişahın kulları ve hizmetkarları bile Türkçe konuşuyor ve Farsça bilmemektedirler. Bu nedenle de yalnız emirler değil ordu ile daim temasta olan padişah da metlepleri kolayca anlatabilmesi için Türkçe konuşuyor. Bu yüzden de ancak Türk dili sarayda, özellikle saray kadınları arasında iletişim ve anlatışım aracıdır.”[2]

Della Vale bu mektubunda yazı dili olarak kullanılan Fars dili üzerine de değinmektedir. 1618’de Mayıs ayının başlarında kaleme aldığı diğer bir mektubunda Şah Abbasla olan görüşü ilgili bilgi vermektedir: “ Şah bana oturma emri verdikten sonra, seferim konusunda ve bu yerlere gelişimin nedeni ile ilgili Türkçe sorular sordu. Ben özet olarak Şahın sorularına yanıt verdim. Şah adeti üzere benden duyduklarını Farsça’ya çevirip ve etrafındakilere söylüyordu… İstanbul ağzıyla konuştuğumdan dolayı Şah benim bazı sözlerimi anlayamamıştı ve aynı cevabımı ben tekrar söylemek zorunda kaldım.”[3]

Bu müellif Safaviye’de (İran’da) bulunduğu süre içerisinde, hatta Türkçe bir şiir de yazmıştır.[4] 1620’de Türkçe’nin grameri ile ilgili bir kitap yazarak, eserinin girişinde Türk dilinin önemi üzerine deyinmiş ve Türkçe’nin geniş bir coğrafi yaygınlığı yüzünden öğrenilmesini zaruri saymıştır. Türk dilinin coğrafyasını Kızılbaşlar devletinin arazisi (İran, Bağdat, Afganistan, Kafkaslar), Osmanlı imparatorluğu (Avrupa, Afrika, Küçük Asya, Balkanlar), Merkezi Asya (Türkistan) ve Türklerin yaşadığı diğer yerler olarak anlatmıştır.[5]

Diğer Avrupalı yetkililerden birisi de imparator Ferdik Fen Helshtayn tarafından Alman Büyük Elçiliği Özel Kalem Müdürü gibi Rusya’ya ve Safaviye’ye gönderilen Adam Olearius’dur. Bu şahıs 1636. yılın Kasım ayından 1638. yılın Şubat ayına kadar Safaviye’de olmuştur. Olearius Şahın Büyük Elçiler için düzenlediği bir şöleni vasfederek yazıyor ki: “Şölen bittikten sonra eşikağası başı Türk dilinde yüksek sesle böyle dedi: “Sofra hakkına, şah devletine, gaziler kuvvetine, Allah Allah diyelim!” Ziyafette bulunanlar aynı zamanda bir sesle tekrarladılar: Allah Allah”[6]

Aynı müellif yazıyor ki Safavi yönetiminde bulunanlar, özellikle Şirvan, Azerbaycan, Irak, Bağdat ve İran’da yaşayanlar kendi çocuklarına Türkçe’yi öğretiyorlar. Ve devam ediyor ki Türk dili Safavi’lerin başkenti olan İsfahan’da o kadar etkindir ki orada Farsça bir söz duymak bile çok çetindir.[7] Müellif yine de yazıyor ki: Safavi tebaaları Türkçe ve Farsça şiir eserleri okuyorlar. İmadeddin Nesimi, Nevai, Fuzuli gibi şairlerin Türkçe ve Firdevsi, Hafız ve Saadi gibi şairlerin ise Farsça şiirleri okunmaktadır.”[8]

11 yıl Safaviye’de olmuş Şüvaliye Jan Şardon yazıyor: Yalnız Ebherden sonra başlayan Güney taraflardaki şehirlerde ve köylerde Farsça duymak mümkün olsa da, Ebhere kadar genellikle Türkçe konuşulur. Ama bu Türkçe’nin Osmanlı Türkçesinden bir az lehçe farkı vardı.[9] Aynı müellif sefer namesinin dillere ait olan bir bölümünde Türk dili konusunda şunları yazıyor: Safavi devletinde ordunun ve sarayın dili Türkçe’dir. Aristokrat bayanlar ve beyler hep Türkçe konuşuyorlar. Bunun bir temel nedeni vardır. Safavi hanedanı Türkmenlere mensuptur ve onların ana dilleri Türk dilidir.[10]

1683. yılda papanı temsilen Safaviye arazisine gelen ve üç yıl İsfahan’da yaşayan P. Sanson Safaviyelilerin (Safavi devleti vatandaşlarının) şahın manevi gücüne, bütün suçlardan arınmışlığına olan inancından söz açarak diyor ki: “Onlar bütün konuşmaları sırasında “kurban oluyum, din imanım padişah, başın uğruna feda oluyum” ibarelerini çok kullanıyorlar”[11]

1644’te bir heyetin başkanlığını yaparak Safaviye’nin başkenti İsfahan’a gelen ve İsfahan’da da yaşamını yitiren Raphael du Mans “1660’larda Safaviye’nin durumu” adlı kitabında Türkçe ile Farsça’nın önemleri konusunda böyle yazmıştır: Fars dili ancak derbarın (sarayın) dışında, Türk dili ise hem sarayın dışında, hem de içinde konuşuluyor. Yunanca ve Latince’nin meziyetlerini bu dillerle ilgili yazılan gramatolojik eserlere bağlayan müellif devam ediyor: Bu açıdan Türk dilinin Latince ve Yunanca ile kıyasta hiçbir eksik yanı ve yönü yoktur. Diğer taraftan Türkçe’nin Latin dillerinde olduğu gibi kuralsız fiilleri yoktur. Türk dilindeki fiillerin ve isimlerin türemesi belli kurallar üzeredir[12]. Bu müellif 1684’te Türk dilinin grameri ve özelliği konusunda Latince bir risale yazıyor. Bu risale özet şekilde yazılmış bir değerlendirme olmasına karşın, Türk dilinin o dönemdeki durumu ve niteliği ile ilgili önemli bilgiler vermektedir.[13]

Alman Engelbert Kaempfer 1684 yılında İsviçre Büyük Elçisinin rekabında Safaviye’ye geliyor. İsviçre Büyük Elçiliğinde özel kalem müdürlüğü ile beraber tababette yapan Engelbert Kaempfer Türkçe ile ilgili şunları yazıyor: İsfahan’da Safavi sarayında kullanılan Türkçe İsfahan ahalisinin dili olmaktan ziyada saltanat hanedanının ana dilidir… Türk dili Safavi sarayında ve aristokratlar arasında o kadar saygınlık kazanmış ki devlet düzeyinde makam sahibi olan ve Türkçe’yi bilmeyenlere bir türlü aşağılık gözü ile bakıyorlar.[14]

İsfahan’da yayımlanmış o döneme ait üç dilli (Türkçe, İtalyanca, Farsça) bir sözlük kitabı mevcuttur. Bu kitap rahiplerin kullanılması maksadı ile yazılmıştır. Bu da o dönemde Türkçe’nin dini propagandalar için ne kadar gerekli olduğunu ispatlamaktadır.[15] Bu lügat kitabı konuşma dilinin sözlerini içermektedir.

Vakıanevis Mohemmet Tahir Vahit 1070 (Hicri Kameri) yılında İkinci Şah Abbas saltanatının vakıaları konusunda şöyle yazıyor: “Mustafa Derviş kendi vatanına dönmek isterken, Makamı Eşref (Ulu padişah) onun güvenliğini sağlamak için mübarek hattı ile Şirvan Beylerbeyi Hacı Manuçehrhan’a hitaben bir amanname (güvenlik mektubu) tahrir etti.[16] Bu amannamenin sade üslubu Şah İsmail’in ve Şah Tehmasib’in döneminde Türkçe çıkarılan hükümlerin ve fermanların üslubu ile aynıdır.[17] Bu mektupların dili, gündelik konuşma dili ile Birinci Şah Abbas döneminden itibaren Osmanlı şivesinden etkilenerek oluşan ve Safavi devletinin Avrupa ülkeleri ile mükatibe (yazışma) ve mürasile (diploması ve elçilik dili) dili olan Türkçe’nin ortasıdır. Yani bu mektupların dili Batı Türkçe’si (Osmanlıca) ile Doğu Türkçe’sinin (Safavi’lerin kullandığı Türkçe) oluşturdukları Ortak Türkçe’dir. Örnek gibi aşağıdaki iki mektuba işara etmek mümkündür:

1. Şah Safi’nin Avusturya imparatoru ve Macaristan padişahı İkinci Ferdinand’a mektubu.

2. Şah Sultan Hüseyin’in Duk Saksonlu Ferdik Oksdoks’a ve Polonya padişahına yazdığı mektup.[18]

Fuzuli şiirinin üslup ve tarzını Osmanlı şairlerinin şiirleriyle kıyaslayan Osmanlı tezkire yazarları müphem yorumlarda bulunmaktadırlar.[19] Bence onlar iki edebi lehçenin arasında mevcut olan farklılığa dikkati fazla yöneltmişler. Bayat ilinden olan Fuzuli kendisini Türk ve dilini Türkçe olarak tanımlıyor[20] ve Osmanlı şairlerini Rum Bulgaysı ve Timuriler devri şairleri ise Tatar füsahası adıyla anlatıyor.[21]

İlk kez olarak Sadiki Kızılbaş mütekellimleri terimini de bu iki lehçeye artırmıştır.[22] Kızılbaş’ça dil terimi Safaviler zamanında yaygın olan Türkçe’ye söyleniyordu. Bunun da nedeni Safaviler devletini kuran Anadolu Kızılbaşları olsa gerek. Safaviler inkıraza uğradıktan sonra Kızılbaşlık da siyasi ve mezhebi bir kimlik olduğundan dolayı yaygınlığını kaybedip ve zamanla tarihten dışlanır hale geldi.

Bazı söylentilere karşın Safavi şahları şiirin ve edebiyatın hamiliğini yapmışlar. Bazı Safavi şahları ve şehzadeleri kendilerini ikidilli şair adlandırmış, Türkçe ve Farsça şiir yazmışlar. Ayrıca bu iki dilde yazan şairleri de teşvik ediyorlardı.[23] Şah Abbas bir taraftan Şefai ve başkalarından Çağatay Türkçe’sinin ünlü şairi Haydarın “Mahzen” adlı kitabının Farsça’ya tercüme edilişini istiyor,[24] diğer taraftan da kütüphane müdürü Sadekiden Mevlana Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinin Türkçe’ye çevrilmesini diliyordu.[25]

Safavi derbarında (sarayında) meliküşşüaralık makamı resmi bir rütbe idi. Meliküşşüaranın hizmeti ondan ibaret idi ki her yılın değiştiği günden önce (nevruzdan önce) ilk baharın ve padişahın medhinde ve senasında güzel ve sanatsal içeriği ve üstünlüğü olan kasideler yazmalı, sonra da nevruz bayramı geldiğinde şair büyük ve resmi bir toplantıda yazdığı kasidesini okumalı, padişaha sunmalı idi. Padişahın soyu, tarihi ardıllığı ve sıralanışı ile manzum şekilde bu kasidede belirlenmeli ve padişahın yaptırdığı imaretler ve sarayların adı çekilmeli idi.[26]

Bir süre Safavi sarayının mostofisi (muhasibi) olan Tesir Tebrizi’nin divanında Türkçe gazellerden başka, Türkçe kasideler ve mesneviler de görünmektedir. Aşağıdaki manzumelerin adlarından da belli oluyor ki Şah Süleyman ve Şah Sultan Hüseyin’in zamanında Türkçe meliküşşüaralık görevi bu şaire (Tesir Tebrizi’ye) havale edilmiştir:

- Kaside (Türkçe). Nevvap Eşref Akdes Ala Şah Süleyman-Üs Safavi’ye sunulmuştur.

- Kaside (Türkçe). Şah Sultan Hüseyin- el Musevi’nin şahlık tahtına oturması dolayısıyla yazılmıştır.

- Türkçe Terci’. Nevvap Tuba’ya sunulmuştur.

- Eydiye mesnevisi (Türkçe)

- Gazel (Türkçe). Şehzade Sultan Akber ibn-i Oreng’in huzuruna sunmuş ve şehzadenin istehsanına (takdirine) makbul görünmüştür.[27]

Bu dönemin tezkirelerinde bir çok şairlerin adları ve şiirlerinden örnekler verilmektedir. Bu şairlerden Türkçe divan veya Türkçe kabili mülahaza şiirler mevcuttur. Onların İsfahan’daki edebi faaliyetleri Safaviler derbarı ile irtibat içerisinde oluşa gelmiştir. Bu şairleri aşağıdaki gibi sınıflandırmak mümkündür:

a- Türkçe ve Farsça divan yazan şairler: Amanı ve Sadeki gibi

b- En çok Farsça ve birkaç tane de Türkçe şiir yazan şairler: Saib Tebrizi (17 Türkçe gazel yazmış), Vaiz Kazvini (9 tane Türkçe gazel yazmış), Tesir Tebrizi. (Bu şairin kasidelerden, gazellerden oluşan Külliyatında “Türkiyat” 447 betten ibarettir)

Türkçeye çevirdi Güntay Cavanşir

2003—Ankara

[1] . Bu makale İsveç’te yayımlanan “Tribun” dergisinin 4. sayısından alınarak Türkçeye çevrilmiştir.

[2] . I Viaggi di Pietro Della vale, ed. F. Gaeta, I (Roma, 1972),8

[3] . Aynı kaynak s. 236

[4] . Ettore Rossi, Versi turchi e altri scritte inediti di Pietro Della vale, RSO, 22*1947). 92-98

[5] . Ettore Rossi, importanza dell, inedita grammatica turca di Pietro Della Vale, Atti del XIX Congresso internazionale degi Orientalisti, (Roma,1993), 203.

[6] . Adam Olearius, Vermehrte neue Beschreibung der muscovitischen und persischen Reyse, (Schleswig, 1656), 512

[7] . Ayni kaynak. S. 616

[8] . Aynı Kaynak. S. 624

[9] . Voyages du Chevalier Chardin en Perse (Paris, 1811), II, 385-386

[10] . Aynı kaynak. 4. kitap, s. 238

[11] . P. Sanson, Estat Present du Royaume de Perse (Paris, 1694), 137

[12] . Raphael du Mans, Estat de la Perse en Ian 1660 (Paris, 1890), 134 sqq.

[13] . Bakınız: T. Gandjei, Turcica Agemica, London, 1989

[14] . 13- Engelbert Kaempfer, Amoenitatum exoticatum politico-phsico-medicarum Fasciculi V, (Lemgoviae, 1712), 144.

[15] . A. Bodroligeti, On the Turkish Vocabulare of the Isfahan Anonymous, Acta Orient. Hung. 21 (1968),15/13

[16] . Mohemmet Tahir Vahit, Abbas name, İbrahim Dehgan’ın çalışmaları, Erak 1329 (h.ş), s. 255

[17] . Bu iki mektubun metlerini L. Fekete Tiflis’te Philologia Orientalist’te 1973’te yayımlamıştır.

[18] . Bu mektuplar yayımlanmıştır. Bakınız: İran şahlarının iki Türkçe mektubu, TM, V-VI (1 934-36), 269-247

[19] . Latifi tezkiresi, el yazma nüshası Britanya müzesi Add.17339 76. yaprak

[20] . Fuzuli rubailerinde Tanrıya hitaben der:

Ben Türk zebandan iltifat eyleme kem

Veya

Ey ukde guşayı Acem u Türk u Arap

Ressamı rüsum fazl u asarı edep

Mazmun-i hadisin sebek-i her millet

Devayı kabulün senedi her mezhep

[21] . Külliyat-i Fuzuli, (İstanbul 1924), 6-7

[22] . Külliyat-i Sadiki, Tebriz Milli Kütüphanesi el yazma nüshası, s. 1022

[23] . Fahri Herevi, Revzetüsselatin, Tashih eden Hayyampur (Tebriz 1345 h.ş) 4-12, 21-28 ve Sadeki, Mecme-ül Havas, tashih ve tercüme eden Hayyampur (Tebriz 1327 h.ş)

[24] . Nesrullah Felsefi, Birinci Şah Abasın Hayatı, ikici kitap, Tahran 1324(h.ş) s. 39

[25] . Külliyat-i Sadeki 1021-22

[26] . Destur ül Müluk Mirza Refia, Mohemmet Tagi Daniş’in araştırmaları, Humaniter İlimler ve Edebiyat Enstitüsü, kayıt sayısı 68 (1348 h.ş), s 424

[27] . Külliyat-i Tesir, Alii Sepehsalar Medresesi el yazma nüshası. Bu el yazma hakkında geniş bilgi edinmek için bakınız: Fehreste in ketabhane (Bu kütüphanenin fehresti). Telif eden: Yusuf Şirazi, Tahran 1316-18(h.ş) s. 537-76

0 Comments:

Post a Comment

Subscribe to Post Comments [Atom]

<< Home