Wednesday, October 10, 2007




ماناس دستانينين توركچه (توركييه توركجه سينده) -ايكينجي بٶلوم



ATALARIN YURDUNDA (I. Bölüm)

Kış oldu. Yaz geldi. Aradan bir yıl geçmesine rağmen Manas'a Kırgızlara ne Kalmuk askeri geldi, ne de Çin askeri geldi. Bahadır Manas halkını Kalmuklardan ve Çinlilerden yiğitçe kurtarıp birleştirdi.

Yer yeşerip otlar bittiğinde otuz iki yaşına giren Manas gözüne ilişen kimselere heybetini gösterir, çöldeki kamış gibi bıyıklarıyla buz gibi soğuk görünürdü. Evinde üç gün üç gece yalın kılıcına yaslanıp kaldı, hiç uyumadı kimseyi de kabul etmedi. Kalmukların elçisi, İranlı tüccarbaşı ve Arap'ın kervanbaşısıyla da görüşmedi. Onun sırrını bilen kırk çorası: "Bahadır boşboşuna sinirlenmez, bir şey olmuştur, ya Çin'den haber almıştır ya da birliği olmayan, birbirleriyle çekişen soydaş Türklerden bir şey geçmiştir? Ne olursa olsun bahadırı rahatsız eden bir şey var. Bu bir felaket de olabilir." Diye korktular Manas sakinleşmeden kimse ona soru sormaya cesaret edemedi, doğru sözlü Bakay da sormaya çekindi.

Dördüncü gün, Han Manas kalabalık Kırgızı, Türk kabilelerin reislerine, iyi düşünceli mümtaz kişilere, komutanlara yedi gün sonra gelsin diye haber gönderdi. Haberi alan akıllılar, yurdun ileri gelenleri, ben Kırgızım diyenler söylenen günde Manas'ın avuluna toplandılar.

Manas'ın beyaz çadırı bir baştan öbür başa kırk kanatlı çift akotağ idi. Beyaz çadırın önünde gümüşten yapılan iki arslan vardı. Arslanların önünde de mızrak tutan, kılıç kuşanan öncü yiğitler vardı. Kırk yiğidin başı Kırgız avuluna gelen misafirleri sayıp yerleştirdi. Kurultayı Altay'daki altmış kabile reisi, altı yüz akıllı ihtiyar gelmişti.

Bütün millet toplandığında bahadır Manas şöyle dedi:

"Halkım, milletim! Andican'dan haber aldım. Atalarımızdan kalan, göbek kan damlayan yere, Andican, Ala-Dağ, Yedisu, Alay'a göç edeceğiz. Allevke'ye Kalmuklara yenilip yaşadığım günler zehir olsun. Zamanım geldi. Alevke'nin boyunduruğundan halkımı ve toprağımı kurtaramazsam yaşamayayım, doğmamış olayım! Ben Ala-Dağ'a atlanacağım. Gönlünden isteyen bana katılsın! Kalacağız derseniz mukaddes Altay ata toprağıdır, kimse sizi zorlamayacaktır, kendiniz bilirsiniz.

" Kıpçakların akıllısı Taz sözü kesti: .

"Ey millet! Babanın gönlü oğlunda, oğlunun gönlü dışarıda denir ya! Beni oğlum buraya deveyi yedelemiş gibi yedeleyip getirdi. Altay'dan gitmeyeceğim dersem de oğlum Ürbü Manas'ın arkadaşıdır, hem nişanlıdır. O tarafları özlüyor. Oğlum beni yedeğe almıştır. Kırgızlar göçmese de ben göçeceğim."

Halkın gülmesi üzerine Ürbü yere baktı. Taz'ın sözünü Aydarkan'ın oğlu Er Kökçö destekledi.

"Ey, millet! Ürbü'ye gülmeyin. Yedisu verimli yerdir. Altay'dan eksik değil. Siz kalsanız da ben gideceğim." Dedi Kökçö.

"Kökçö yakında, Yedisu'dan nişanlanmıştı."

"Bel'lı kadın ise peşinden gitmeyen erkeği gör!"

"Kadın hanı bile peşinden götürür."

"Bu erkekler gazaya değil, kadına gidecek değil mi?" diye ihtiyarlar ve gençler Ürbü ve Kökçö'yle eğlendiler.

"Millet, eğlencenizi bırakın, bir karara vardım." dedi. Akbalta heybesinin iki ağzını açarak: "Ala-Dağ'a gideceğim diyenler heybenin sağ ağzına, kalacağım diyenler sol ağzına taş atsınlar."

Toplanan halkın tümü heybeyi tezek gibi taşlarla doldurdu. Neticede Altay'daki Kırgızlar Ala-Dağ'a hep birlikte göç etmeye karar verdiler. Manas Altay'da kalacak Kırgızlara "Sizden ayrılıyoruz, yine buluşuruz" diye Türk soydaşlarının reislerine, akıllılarına, beylerine, bahadırlarına, her baba-oğula elbise giydirdi. Avulbaşı, yurt ağası ve aksakallılarını birden ata bindirdi.

Kırgızların beklediği gün geldi. Manas'ın beyaz çadırında borazan öttürüldü, altın davul çalındı. Altay'ın acayip kızaran dağları muhteşem bir şekil aldı. Yurtta insanlar kara karga gibi kaynadı.

"Atlanalım, millet! Altay'ın hasiyeti, yardımcı olsun! Ataların kemikleri, ruhları razı olsun! Tanrım bizi sağ salim ataların toprağına, Ala-Dağ'a ulaştırsın, yolumuzu açık kılsın." dedi Koşoy sungur kuş gibi yüksek sesiyle.

Altay'daki Kırgızlar atalarından kalan âdetlerin gereğini ustalıkla yerine getirip kaidesiyle göçmeye başladılar. Göç edenlerin sayısı toplam altmış bin aileye ulaşmıştır.

Büyük obadan yola çıkan göç kafilesi yürüye yürüye doğrulup sıra haline geldi. Kafilenin başında Han Manas, ondan sonra bayrak tutan Kutubiy, ondan sonra Han Koşoy idaresindeki aksakallılar, erkekçe giyinen kırk yiğit vardı.

Ondan sonra yavaş yürüyen ata binen Çıyırdı hamın ve kadınlar grubu vardı. Deve yedekleyen süslenmiş kızlar, hayallere dalan gelinler vardı. Ondan sonra halı örtülüp beyaz çadırın eşyaları yüklenen altı yüz deve vardı. Develerin önünde zil takılmış siyah deve vardı. Cakıp Bay hayvanlarımdan olmayayım diye ay şeklinde damgalanan atlarının peşinden gidiyordu.

Bakay yolun ilerisini kontrol edip mola verilecek bir yer buldu.

Büyük kafileyi dört taraftan koruyan Er Koşoy'un askerleri idi. Manas'ı Ala-Dağ'a, ata yurduna getireceğim diyen patlak gözü çoban yıldızı gibi parlayan, kulakları kalkan gibi olan Han Koşoy değil miydi?

"Kuzum, Manas! Düşmana beraber karşı koyalım, berabe yaşayalım. Andıcan, Altay, Yedisu'daki kırgızları Kalmuklardan ve Çinlilerden kurtaralım. Ölünceye kadar bayrak altında duralım! Hanlığa bak! Kaynaşan Kırgızlara han yapalım! Darmadağın olan halkını bir araya topla!" diyen Koşoy değil miydi? Kırgızların hayırlı gücünü yolda öğrenen Kazak ve Türk kabileleri grup grup avulun kenarına çıkıp ekmek, su verdiler, "dinleniniz, yoruldunuz" diye pişirdikleri etleri verdiler.

"Ala-Dağ'a sağlıklı ulaşınız. Uzak yolunuz kısa olsun. Tanrı yolunuzu açsın! Kötü niyetliler yoldan kaçsın!" diye hayır dualarda bulunup göçü yolcu ettiler.

Altay'dan yazda yola çıkan Kırgız kafilesi at ayağı değmemiş yollarla, derecelerle, otların çiçeğini seçip, suyun temizini içip, mola verip konaklayıp, kaç gün kaç gece yol yürüyüp hedeflediği yeni yurduna güzün son aylarında ulaştı
İki ay boyunca yolda Akbalta suratını asıp dalgın ve suskun yürüdü. Manas bunun farkında idiyse de bilmemezlikten geldi. Bir gün kuşluk vaktinde Akbalta Manas'a kendisi geldi.

"Oğlum Manas, Ala-Dağ'ın ucu göründü, göçücü kuşları göremeye başladım. Ala Dağ'a kadar yolumuz açık, iyi gitti. Şimdi oğlum, senden istediğim bir şey var." dedi Akbalta yere bakarak.

"Söyleyin, amca" dedi Manas.

"Ben Tanrı'nın huzurunda sadece kendi başım için değil, Noygut halkı için de hesap vereceğim. Halkını Çinli ve Kalmuklar'dan kurtardın, özgürlüğüne kavuşturdun. Senden istediğimiz şey buydu. Bugünleri de gördüm. Oğlum, ben yaşlandım, kuvvetten güçten düştüm. Birçok kez evlenmiş idiysem de çocuğum olmadı. Ala-Dağ'ın havasını aldığımda, kuşlarını gördüğümde bitkin bir hale düştüm. Yurdum Sarı-Köl'ü özledim, halkım Noygut'u özledim. Halksız kalan topraklarım var, başıboş dolaşan talihsiz halkım var. Onları bulayım. Halkımı toplayayım. Muradıma ereyim. İsteğim şu, Kutubiy'i ver. Bu lütufta bulunsan Sarı-Köl'e sağ salim ulaşsam, onu han yapacağım! Sana kanat olsun. Manas'a layık oğlum vardiye onu evlat edineyim!".

Bunu işiten Cakıp Bay'ın kalbi yanıp tutuştu.

"Yarı ekmek bulsak eşit paylaştık, iyi dileği beraber diledik, Baltacığım.

Acıları beraber paylaştık, düşmanla beraber savaştık, Baltacığım. Topraklarımızı beraber koruduk, ölüme ortak olduk. Sizin gibi cana yakın adamı bulabilir miyim? Şimdi ayrılırsak, tekrar görüşebilir miyiz?" dedi Cakıp'a ağlayarak.

Manas gevşedi.

Akbalta ile Cakıp Bay birbirene sarılarak ağlaştılar.

Manas şöyle dedi:

"Kurbah olayım Akbalta, babam olmaya layık evliya! Halk içinde kut oldun! Düşmanla çarpışmada baş oldu! Elime alsam bayrak idin, atımı bağlasam altın direğim idin! İsteğince olsun! İzin vereyim!".

Geniş havzaya geldiğinde, iki gün ara verip üçüncü gün bahadırlar Akbalta ile Kutubiy, Koşoy Han, Cakıp ile Er Manas buğday unundan yapılan ekmeği yiyerek kel'mi-şerif getirdiler.

Yolda olsun izimiz,
Düşmanla olsun işimiz,
Gökte olsun canımız,
Kapta olsun kanımız.

Diye antlaştılar. Üç hanın halkı üç tarafa: Er Koşoy At-Başı'na, Akbalta Sarı-Köl'e, Manas Kakşal ve Andican'a bölündüler.

Manas birkaç ay yol yürüyüp yorulan kafileye "Halk zorluk çekiyor, atlar dinlensin, yiğitler soluk alsınlar, silahlarını hazırlasınlar." Diye Kakşal'ın dağında sekiz ay mola verdi. Süre dolduğunda "Şimdi Kalmuklarla tutuşayım." diye niyet etti. Andican'daki Alevke'nin halkına heybetini gösterip, Otuz-Adır'a basıp girip konakladı.

Otuz-Adır'da dokuz gün mola verdi .

"Yiğitler, eğlenin! Kılıçlar paslandı! Oklar körleşti. Kaplan, pars, geyik, kuş atıp, yay çekip at üzerinde oynayıp savaş için alıştırma yapın!" Manas Bakay'ın idaresindeki ünlü nişancı olan altmış yiğidi alıp yol görmeye ve yer ahvalini öğrenmeye atlandılar.

Manas eğlenceden erken döndü. Avlanmayı seven Manas'ın bu hareketine arkadaşları hayret ettiler. Bahadır eskisi gibi tepeye beyaz çadır diktirip, kısrak kestirip, kımızdan şarap içip çılgınca eğlenmiyordu. Bakay'ı çağırıp akıl danıştı. Ertesi gün Bakay avuldaki Döögör'ün idaresindeki ustalara çoraların süslerini yaptırdı, atları nallattı, askerleri disipline alıştırıp savaşa hazırlık yaptırdı.

Bahadır Manas Alevke gibi düşmanından intikam almak istiyordu, bir an evvel saldırıya geçmek için sabırsızlanıyordu.

Altın dolu hazinesi olan Alevke Ala-Dağ, Andican, Yedisu, Kan-Dağ'da zalimliği ve vahşiliğiyle tanınıyordu. Onun adını duyduğunda ağlayan çocuk da susuyordu. Altı şehirin hanı Alevke'nin yeryüzündekileri görebilen açık gözlüleri, yedi kat yer altındakileri duyabilen yer dinleyicileri vardı. Nogoy Han'ın yenip, Kırgızları'ı Andican, Alay, Ala-Dağ'dan sürdüğünden beri bu toprakların köpekleri Alevke diye havlayıp, kuşları Alevke diye öttü. Her yerde kadın alan Alevke'nin altmış oğlu vardı. Alevke bu yerdekileri sömürüp, vergi için hayvanlarını elinden aldı.

Alevke'ye Manas'ın göçüp geldiğini, savaşa hazırlık yapmakta olduğunu büyücü ve casusları çoktan haber vermişlerdi. O önceden ordu kurup, barikata nöbetçi koydu, eyeri atının üzerinden almadı, bahadırları giyimlerini çıkarmadılar. Beş yüz bin kişilik ordu kurup hazırlığını çoktan bitirdi. Manas ne der acaba diye, ona gözdağı vermek için Alevke kendi bahadırlarıyla birlikte yine elli bahadırı gönderdi.

Alevke'nin gönderdiği Tizelik adlı zevzek bahadır Manas'ın avuluna gelip tehdit etti:

"Alevke'nin emri: Kırgızlar buraya izinsiz yaklaşmasınlar! Andican, Alay ezelden bizimdir. Manas Çin Hanı Esenhan'dan kaçıp bize dokunursa yok edeceğim bir karış toprak vermeyeceğim. Başka tarafa gideceğim derse Manas'a yol vereceğim! Savaşacağım derse, kendisi bilsin! Can gerek ise şimdiden itaat etsin!"

Alevke'nin buyruğunu okuyan elçinin sözünü kesmeyelim, eski adetleri bozmayalım, kötü haber olsa da Han adamına saygı gösterelim diyen Kırgızlar Tizelik'e misafir kaidesince saygı gösterdiler.
Kırgızlar "Cevabını Manas'tan al, onu bekle" diye Tizeklik'i ürküttüler.

Manas iki güne kadar gelmedi. Üçüncü gün Cakıp, Manas'ı bulun diye altı kişiyi sağa sola gönderdi.

Manas'ı buldular ama Manas "Avula düşman geldi, Alevke'nin ordusu geliyor." Sözlerine hiç aldırmadı, bahadır geniş kır ve dağlara doyamamıştı, av tutkusuna tutulup, kayadan çıkan geyiğin peşinden gitti.

Kırgızlara gelen bahadır Tizelik: "Kırgızlar, dağ haydutları, Alevke'nin sözünü dinlemediniz, öcümü alacağım, sizi keseceğim." Diye öfkelenip atlandı.

Bu esnada Andican'dan alaca çapan (kaftan) giyen Aykoco hediyeler alıp Cakıp'ın önüne geldi.

"Andican'daki Kırgız ve Türk kökenli halkları Alevke'den kurtarınız! Ordunuza katılalım. Size arka olalım. Alevke Manas'a saldırmaya hazırlanıyor." diye haber verdi Aykoco.

Av peşinde koşup, halkını avlatmak mı istiyor bu? Avın başına batsın." Diye dertlenen Cakıp, Manas'ı kendim bulacağım diye dağa doğru yola çıktı.

Cakıp, dağa geldiğinde Manas hiçbir şey umurunda değilmiş gibi dağlara ve derelere bağırıp çağırarak yiğitleriyle av avlıyordu.

Cakıp bağırıp kendini ava veren Manas'ı ancak durdurdu.

Cakıp'ın şikayetini işiten Manas babasını fazla kızdırmadan onun gönlünü alıp avuluna getirdi.

Manas, ordusunu üç günde topladı. Dört yüz bin yiğit toplandı. Manas, ordusunu dörde bölüp dört komutan tayin etti. Mavi kumaştan elbise giyip, kısa kuyruklu gök tulpar atına binip, nakışları altından olan sancağı tutan Bakay'ı önüne alıp Alevke'ye doğru atlandı.

Ölümden başka her şeyi bilen kurnaz Alevke, Çinli ve Kalmukların hilelerini biliyordu. O çevik alpleri seçip nehirde Manas'ın yolunu kestirdi.

Er Manas Alevke'den daha iyi bir çare buldu. Savaşmaya geliyor gibi gözüktü, ama biriken Çinli ve Kalmuk askerlerine taarruz etmedi. Manas askerlerini bizzat kendisi yönetti, en kuvvetli yiğitler bayraklarını alıp atlarını oynattılar, düşmanı umursamadılar, onları görmezlikten, ses sedalarını duymamazlıktan geldiler. Böcek gibi kaynıyan Çinli ve Kalmukların komutanları Manas'ın yaygara etmeyen askerlerinden ürküp dokunmayana dokunmadan yol verip Alevke'nin muhafızlarını bıraktılar.

Manas, ordusunu meyvaları dökülmüş bahçeye bırakıp, birkaç yiğidiyle atını yedekleyerek, bahçeyi ata çiğneterek eğlenmekte olan Alevke'ye doğru geldi. Saray muhafızları Manas'ı çıkarmadan geçirdiler. Manas'ın önünde yedi yiğit, çevresinde kırk yiğit vardı.

O gün Alevke han bahçesindeki altın destekli sayebanlı çadırda hana ait seksen cariyenin şarkısını dinleyip, dansını seyrediyordu, şarap içip, akan suyun öten bülbüllerini sesini dinleyip eğleniyordu.

Alevke'nin veziri ile büyücüleri Manas'ın, kırgızların han sarayına geldiğini haber verdiler. Alevke bunu beklemiyordu.

Alevke insanın göremediğini gören bir insandı. Manas'ı uzaktan tanıyıp heybetine hayran kaldı. Attığı her adımdan ateş çıkan, ejder gibi süzülen, kara benekli kaplan gibi atılan Manas, bir yanına gök kır kaplan, arkasına bozkurtu alıp gelmekteydi. Onun heybetini gören Alevke'nin sarayındaki kudurmuş köpekler de karşısına çıkamadı.

Alevke han'ın dili tutuldu. O tahtından inip telaşlıca, karşısına dikilen Manas'a elini uzattı. Saygıyla diz çöküp kendisi yol gösterdi.

Gösterirken de kendi tahtını gösterdi. Alevke han, bir çok kez işittiği, kutsal kitapta okuduğu, Altay'ı altüst eden Manas'ın heybetini ilk defa bizzat gördü. Yeryüzündeki insanları korkutup onları adam yerine koymayan mal canlı Alevke, bahadırı görüp hayran kaldı. Manas'ın kirpiği alev, gözü ateş gibiydi, tek başına bin pehlivanın kuvveti vardı, alnı kaplanınki gibiydi, taş yürekli, kürek kemiği kalın idi, bileği filinki gibiydi, sert sakallı, dik bıyıklı, korkunç görünüşlü, akıllı biriydi. Gazaba geldiğinde onun kahrına hiçbir adam, hiçbir halk dayanamazdı.

"Hanlığınız kendinize kalsın! Tahta hevesli değiliz, bahadır" dedi Manas Alevke'nin tahtına oturmadan "Bizim kırgızlarda, Türklerde Han tahtına değeriyle, liyakatıyla oturulur, Alevke Han".

"Baş üstüne, Manas Hanım" dedi alevke çekinerek "Emir buyurunuz".

"Gücün güce yetmediği yerde, söz aklın gücü yeter, bahadır, Andican, Alay, Kan-Dağ, Ala-Dağ atalarımızın yeri idi. Mezarlarını kimse kazamaz. Yurduma geldim, topraklarımı geri ver. Kendi ağzından cevap alayım diye geldim" dedi Manas.

Tedbiri Alevke "Manas ile tutuşsam gücüm yetecek gibi değil, hileyle üstesinden geleyim, içeceğine zehir koyup hayvanat bahçesindeki arslanlara yem edeyim." Diye bir kötülük düşündü.

"Söylediğinizde haklısınız, hanım. Öfke düşman, akıl dosttur. Alevke'nin misafirseverliğini gör, bahadır. İstirahat et, konuşalım. Meseleyi dostça halledelim. Alevke han hizmetk'rlarına "Bahadır Manas'ı ağırlayınız! Han sarayını açınız!" diye emretti.

Alevke'nin ihtişamlı çadırı rengarenk idi, bahçesinde bülbüller ve kuşlar ötüyordu, pınarı akıyordu, her türlü çiçek açmıştı, papağan, insan gibi konuşuyordu, kızlar dansederek girdiler.

Avlanmaya meraklı Manas, Alevke'nin meşhur hayvanat bahçesini görmek istedi. Alevke buna karşılık vermedi. Han sarayının önünde, dayanıklı kalenin içinde pek çok kuşun ve hayvanın bulunduğu bir hayvanat bahçesi vardı. Alevke elinin ulaşabildiği yerlerden pars, kaplan, fil maymun, gergedan, ayı, Sibirya parsı, kızılkurt, ejderha, yılan, yabani eşek, köpekbalığı gibi insanın görmediği canlıları getirip hiçbir hanlığa nasip olmayan saltanatı sürüyordu. Düşmanlarını yırtıcılarıyla korkuturdu Alevke. O, hastalanan köleleri, ele geçirdiği bahadırları hayvanat bahçesindeki yırtıcılarına bırakırdı, insan etine alışmış yırtıcılar hayvanat bahçesine gelen ganimeti kapmaya hazır idiler.
Bahadır Manas, Alevke'yi de, adamlarını da, arkasındaki seksen yiğidin de demir kapının dışında bırakıp, hayvanat bahçesine silahsız olarak tek başına girdi.

Alevke'nin gökten dilediği makbul oldu. O, "Kaplanların Manas'ı parçalayıp yediğini minareden göreceğim." diye çok sevindi.

Bahadır Manas bir sürü kaplanın yattığı kafesin kapısı açtı. Demiri ısırıp dışarıdaki insanlara atılan kaplanlar bahadıra dokunmadı, kuyruklarını kısıp sığınacak yer bulamadan kaçtılar. Manas kaplanların birinin kuyruğundan tutup çevirdi, kaplanlar bahadıra başlarını eğip, ayaklarını uzatıp dolaşıp işaretle saygı gösterdiler.

Kaplanlara bakan Agalak denen adam, cesaret taslayıp onu kızdırmış olsa gerek, acıkmış kaplanlar onu bir anda parçalayıp midelerine indirdiler.

Bunu gören Alevke'nin dünyası yıkıldı, hazine dolusu altınları aklından uçtu, saltanatı elinden gidip geniş âlemi daraldı, sinek gibi canından umudunu kesip aklını oynattı.

Hayvanat bahçesindeki ejderler, ayılar, yılanlar, kurtlar Manas'ı gördüklerinde eğilip, kulaklarını kısıp, gözlerini kapatıp, uluyarak kafeslerine başlarını soktular.

Bir sürü asker ile Manas'ı tutuklamak isteyen Alevke: "Onunla tutuşmak işime gelmez, tutuşsam da gücüm yetmez, bu Kırgızla başa çıkılmaz, iyisi ona dokunmayalım. Onu zehirleyelim. Eğer bu da tutmazsa canımı alıp Kakşal taraflarına döneyim." diye düşündü.

Manas hayvanat bahçesinden çıkarken Alevke, bahadırın önünü kesti.

"Bahadır, Han sarayına buyurunuz" dedi Alevke.

İlerisini, gerisini düşünmeyen, saf, mert Er Manas, bu teklifi kabul etti.

Akıllı Bakay Manas'a başkan bir han çadırını diktirip, seksen yiğidi nöbetçi koydu. Kendisine göre hayvan getirtti ve kestirdi. Ayrı kazanlarda pişirdi. Alevke'nin mezelerini, yemeklerini kimseye fark ettirmeden döktürdü, bunları yiyen kuşlar köpekler kırıldı.

Ertesi gün Alevke dalkavuğunu peşine alıp Manas'ın önüne yalnız geldi. Elini boynuna koyup itaat gösterdi.

"Bahadır Manas! Yiğitliğinde hiç kusur yokmuş. Sana itaat ettim. Alacağım dersen işte başım, içeceğim dersen işte kanım. Çıkaracağım dersen işte gözüm. Canım kurban olsun. Şimdi Andican'dan toprak vereyim dersen uygun görürsen halkım ile kalayım! Hayır dersen çekip gideyim! Buradan çıkmayacağım diye kavga edecek hâlim yok. Tacımdan, tahtımdan ayrıldım. Taht senindir, bahadır! Küçücük canım benimdir, bahadır!".

Bahadır Manas, Alevke'nin yaptığı zulmü hatırladı. Canını kurtarmak için yalvaran bu Alevke, Kırgızlara karşı elinden geleni arkasına koymamıştı. Altay'a sürülen Cakıp'ın çilelerini, yıllarca horlanan halkını düşündü.

"Ey Alevke! Karşıma çıksan başın mızrağın ucunda olacaktı. Han ellerini kavuşturup yalvarırken ben canını bağışlarım" dedi bahadır. Böğürerek "servetini dağıtmayacağım, ordunu dağıtmayacağım. Toprak yeterlidir. Niyetini bozmadan yaşa. Ben Altay'dan sonra göçüp geleceğim. Bir şartım var, büyük oğlun Booke'yi ak otağa alacağım, bana çora olsun! Kasabış adlı kardeşin yardımcıları katılsın! Cevabını derhal ver. Bunu kabul etmezsen başını kıyamete gönderceğim."

Alevke'nin kemikleri sızladı. Yaş akan gözlerinden kan akmaya başladı aklı durdu. Çaresiz şartı kabul etti.

Manas Andıcan'daki Kalmuk ve Kırgızların hanı diye ilan edildi. Han Manas, Alevke'den acı çeken altı şehirin eski han ve beylerini çağırıp, onları kendi mevkilerine tayin etti; Alevke'nin biriktirdiği ganimetlerini, servetini herkese saçtı.

Er Manas Alevke'den hiçbir şey almadan sadece iki çorayı alıp yoluna koyuldu.

Manas Altay'dan geldiğinde Altay'ın güneyinde, sıra dağları eteğindeki ovada bulunan kalça denen meşhur halkı Kezek'in oğlu Şooruk han idare ediyordu. Gözkapağı yüksek, göz çanakları çukur, siyah sakallı, dik bıyıklı, elli sekiz yaşındaki Şooruk'un iki yiğit oğlu, iki kızı vardı. Akılay denen kızı on altı yaşında olup insanlar arasından çıkan dünya güzeli idi. Kalçalar at yerine kızıl kuyruk deveye binerlerdi. Kızları güzel olduğu için her halkla dünürleşmişti. Şehirine her yerden tüccarlar gelip gittiği için çok zengindi. Mala, dünyaya düşkün, şımarık Şooruk bir gün Manas'ı ele geçireceğim diye inat ediyordu.

"Kara Kırgızlar Altay'da altınla zenginleşip Esen Han'dan kaçıp geldiler. Ölümlüler bizi hiçe sayıp toprak kapmak istiyorlar, cesaret taslıyorlar. Güçten kuvvetten düştüğü halde bahadırlık taslayan Kırgızlara efedisi kimmiş tanıtalım. Atlanın!" Kendini beğenmiş Şooruk askerlerini toplayıp Han Manas'a hücuma geçti.

Yollarda yürüyüp, ticaret ile geçinen Kalçalar savaşmayı bilmeyen, deveye binerek mızrak vuruşan halk olmalarına rağmen iki yüz doksan bin asker topladılar. Bu yüzden iç içine sığmayan Şooruk cesaret taslayıp altın zihniyetli davul, korna çaldırıp debdebeyle kızıl sancaklı askerlerini toplayıp yola koyulmak istedi.

Ertesi gün şafak sökerken Şooruk Han'ın yanına şımarık kızı Akılay nazlanarak geldi.

"Babacığım, bir kere olsun şımarık kızının sözünü dinle. Gece rüyamda fırtına koparan sel gelip, her yeri kara çamur akıntısı bastı. Altın yapraklı çınara tutundum, bu sırada yanıma sen geldin. Halk selle beraber aktı. Babacığım, bu basit bir şey değil. Ne olur Altay'dan gelen Kırgızlara dokunma? Beni dinle babacığım, beni dinle...Savaşma baba" dedi kız gözlerinden yaş akıtıp ağlayarak.

Akılay genç olmasına rağmen anneannesinden büyü öğrendiğini bilen Şooruk, bu kez kızın davranışına güldü, halkı heyecana getiren han sözünden dönmedi.

"Kızlar yorgan, yastığın yanında oturup nakış işler, babasının işlerine karışmaz!" dedi. Şooruk. Kızını susturarak "kızım rüyanda çınara tutunmamız zafere işarettir. İyilik göreceğiz."

Kızını dinlemeyen Şooruk han Alay'daki Kırgızlara güpegündüz saldırdı. Kara Tegin tarafındaki Noygutlara saldırdı. Noygut hana Akbalta hiçbir şeyden habersiz kimseye dokunmadan rahat bir şekilde yatıyordu. Zavallı Akbalta Alay'a, halkının arasına göçüp Noygutları toplayıp halk kıldı, halkına Kutubiy'i han yaptı. Kendisi mükemmel bir kişi idi. Zenginliği halkınca biliniyordu, atları yetmiş bine, Çin mandası bine ulaştı. Altmış yaşındaki Akbalta'nın kırık hanımı çocuk doğurmadı, çocuksuzdu, bir keresinde Salbuurun'a varıp çölde gezen Oysul ata heybesinden gayipten çocuk sahibi oldu. Sönen ateşi tutuşup, çocuk sahibi oldu, Hızır derviş, çocuğa Çubak adını verdi.

Şooruk hanın askerleri beyaz obaya giden Noygutlara soluk aldırmadılar, yedi bin atını sürüp gitti. Bu sefer Manas'ı yağma edeceğim diye kafasına taktı. Noygutlar himaye aradılar, savaşlarda erenleri ölüp, halkı tutsak olup, kız gelinleri dağlara kaçıp kurtuldu. Noygutların hanı Akbalta başını alarak kaçıp sağ kalan yiğitleriyle beraber avlanmaya çıkan Manas'a yöneldi.

Ah yalan dünya, bugün gördüğün yarın yok, önceki sağlam Akbalta, Alevke Kırgızları yağmaladığında Altay'da çektiği horluklara da direnmişti. Bugün akboz atının boynunu çevrip, beyaz sakalını tutup gözlerinden yaş akıtıp, dertli dertli kaçıp gelmekte idi.

Onlara av avlamakta olan Manas rastladı.

"Göreceğimizi gördük Manas. Derdime dert kattın Manas. Altay'dan ayırıp asaba koydu. Tepeleri otlak, yeri verimli, geniş Altay'da niye ölmedim! Atalarımdan kalan toprağım diye getirip Kırgızın baş ayağı kum gibi dağıldı. Yabancılar Noygut'u kırıp gittiler. Bizi bu günlere mi koyacaktın! Biz bu günleri mi görecektik!"

Akbalta'nın söylediklerine Manas söz bulamadı, öfkeden gözlerinden ateş sıçradı, acısı artıp her taraftaki Kırgızlara askerler çabuk gelsin diye altı kişi ile haber gönderdi.

Bahadır Manas Şooruk'un askerlerine avulun içinde saldırmayayım, kadına kıza, çoluk çocuğa deymeyeyim diye onların önünü dağda kesti.

Şafak sökmüştü. Ala-Dağ sanki Altay'ı hatırlatıyordu. Tan ateş gibi kızarıp attı. Beyaz karla kaplanan sıradağlar sanki uyumakta olan yiğitlere benziyordu. Bulutların sardığı dağlar sanki uyuyordu. Alay davulun acılı çalınışıyla uyandı.

Bahadır Manas beyaz elbisesini giyinip, uzağı yakını tanımaz öldürücü ok sadağını astı, demiri sekiz kenarlı, on iki çeşit boyanmış ucu zehire batırılmış, rüzgar değse vızlayan sırlı mızrağını omuzuna koydu. Karanlıkta çektiği zaman ateş gibi kızaran, savaşta vurduğu zaman uzayan, ot üzerine koyduğu zaman yakan, değdiği zaman öldüren kılıcını eline aldı. Altınla süslü, kestiği düşmanı geberten kapı kadar baltasını beline kıstırdı. Başı çelikle kaplanan sapı demirden olan gürzüsünü eyerin yanına takıp meşhur ala kula, siyah yeleli Akkulasına binerek er meydanına hazırlanıp durdu.

Savaş silahlarını kuşanan iki ordu noktası noktasına geldi. Kalçalar, ezelden savaş kurallarını bilmiyorlardı. Çapraşık konulan askerlerin önünde tutuşmayı bırakıp, halkının önüne bahadırlarını çıkarıp, deve üzerinde mızraklarını uzatıp bağırıp çağırdılar.

Dögöşö adlı pehlivan dört bin bahadırı ile kıyasıya bağırıp Manas'a doğru yöneldi. Kaplan Manas'ın kahramanlığı, insanlar arasında benzerinin bulunmadığı anlaşıldı. Beğ Manas, yağmur gibi yağan oklar arasında tek başına dolaşıyordu. Mızrağıyla devirip, baltasıyla gebertip dört bir kafirin kanını döküp, öğlen olmadan safdışı etti, kanlarını su gibi akıttı, üç binini imha etti, kalabalık askeri karıştırıp şaşkına çevirdi.

Savaş iki gün sürdü. İkinci gündeki savaşta sağ kalan altmış bin askeri ile korkak Şooruk han süslü kolltuğuna kıyamadan arkadaşlarını bırakıp başını alarak atlı kaçıp kurtuldu.


Şooruk han kan yutup, gözlerinden yaş akıtıp ağlayarak kızı Akılay'ın ayağına kapandığı zaman kızı:"Han baba! Bundan da ağı azaplara dayanmıştın! Düşmana yenilip halkından tamamen ayrılmıştın. Gayretine gel! Başkaları görmesin!" dedi. Akıllı kız Akılay ölmeye yer bulamayan, yatmaya mezar bulamayan babasını teselli etti. Şooruk, başını kaldırıp aklını kullanarak kızına danıştı.

"Akılay, yavrum. Seni dinlemediğim için başım derde girdi. Şimdi canımızı kurtaralım," dedi Şooruk. "Kızım, at için utanç, satılmaktadır, kız için utanç, hediye edilmektedir" der halk. Şimdi beni dinle, Seni Manas'a hediye etmek istiyorum. Sözümü dinle, iyilik yap! Babanı, halkı ölümden kurtar!.

"Babanın sözü kız için kanundur. Hayatım işine gelirse ben razıyım, babacığım! Benden endişe etmeyin. Çare altı, akıl yedidir, baba. Bir dediğini iki etmiyeceğim" dedi Akılay.

Zavallı Şooruk altın tacını giyip, altmış muhafızını aldı, kırk bir kızıl deve ve kırk kutu altınla yağmadan kurtulan altı yüz atı sürüp, otuz bir güzel kızı götürüp, ekmek tuz alıp Manas'a doğru geldi, ellerini boynuna koyup diz üzerinde durdu.

Şooruk şöyle dedi:

"Han Manas, kanatlı olacağım derken kanadımdan ayrıldım. Deve sahibi olacağım derken develerimden ayrıldım. Mal-mülk sahibi olacağım derken evim yandı. Manas, bahadır soyundan imişsin, savaşmak için doğan arslan imişsin. Dev ile boy ölçüşmüşüm, büyüğümle tutuşmuşum. Ata yolu uludur. Kızım sana hediye olsun. Başım sana hediye olsun. Halkım sıkışıp kaldı. Bize acı! Öç alacağım dersen kendin bilirsin Canım kurban bahadır!..."

Kimseye bakıp gülmeyen Er Manas dişlerini gösterip gülerek amcası Bakay'a baktı.

"Amca, bu söze ne dersiniz?" dedi Manas sevinerek gülüp.

Bakay ne diyeceğini bilmeden Manas'a bakıp durakaldı.

"Şooruk han ayağına gelip sana sığınıyor. Han fermanını ver, Bahadır Manas" dedi Bakay sonunda.

"İtaat eden halka kılıcımızı tığını göstermiyelim! Yağma etmekle sevinmeyelim. Erenler, aklınız başınıza gelsin. Onlar bize açgöz, yırtıcılar demesin. Bayrağı inip, dalı kırılan halka teşkilatlanmış halk olarak yiğitliğmiz ile iyiliğimizi de, akıllı olduğumuzu da gösterelim!" dedi Manas.

"Aferin, yaşa! Doğru söz!" dedi halk memnun olup.

Bahadır Manas sıkışan Şooruk'a hürmet gösterdi.

"Şooruk han, karargahınızı yapmaya başlayın" dedi Manas yol göstererek. Şooruk Han'ın telaşı giderildikten sonra, gönlü açılıp hediye edilen kızları ne yapacağı hakkında Manas'a sordu.

"Ben hanlığı yağmalamadım diye hediye edilen kızı zorla zevceliğe almam, kendisi isterse kabul ederim. Otuz kıza hediyelik kızlar demiyelim. Kızlara hediyelik gibi muamele etmiyelim. Onlara şımarık kızlar diyelim. Kızları kendi iradelerine bırakalım. Kendileri seçsinler! İstedikleri erkeğe gitsinler!"

Çoğunluk bu teklife yaşa Manas diye katıldı.

Bugün kızların hediyelik olarak getirildiği unutup büyük bir dost edinme, kız seçme şöleni oldu.

Iraman'ın Irçı oğlu ortaya çıkıp kızları överek şarkı söyledi.

Iraman'ın Irçı oğlu övmezse de, Şooruk Han'ın şımarık kızı güzeller güzeli idi.

Uzun siyah saçları dizlerine kadar sarkmıştı. Söğüt çubuğu gibi ince belli, görenin yüreğini hoplatan hana layık bir tuti kuşu idi. Sarayda yetişen otuz kız da birbirinden güzel idi. Güler yüzlü, şiri sözlü, kaide bilen, kapağını açıp gözlerini oynatıp erkeklerin aklını başından alan mül'yim, neşeli kızlar idi.

Iraman Irçı oğlu şöyle söyledi:

İster yaşlı ister genç,
Mutsuz kızlar gözünü aç
Sizi arzu ededuran,
Kara Kırgız halkıdır.
Hangisini istersen,
Tuttuğunuz erkektir.


Yaşlı, genç demeden, aklı olan herkes sakal ve bıyıklarını sıvazlayıp, şakalaştılar, kalpaklarını kurup giyip, kendilerine çeki düzen verdiler, çolakları değnekleri gizlediler, dilsizleri sustular, körleri gözlerini örttüler, "Eyvah, Kalça'nın kızı beni tutar mı acaba" diye umutlanıp birbirlerini itip merakla bakıp durdular. Bahadır Manas da onun kırk yiğidi de diğer yiğitler ile birlikte sıraya girip ortadaki kızları birbirisinden kıskandılar.

"Bahtsız kızlar gözlerini açıp erkeklerinizi deneyin!"

"Kötüsüne düşmeyin! İyisini kapın!"

"Güzel kıza güçlü erkek yakışır. Sonra pişman olmayın!"

Kızların büyüğü, boy derse boyu var, akılderse aklı var, yay gibi kaşı var Ayadıl adlı kız söze başladı:

"Konuşmak bize düşerse, önce seçecek olan Akılaydır"

Şooruk'un şımarık kızı Akılay, ay gibi parlıyordu. Horoz boynu gibi boynu, top gibi memeleri vardı, n'rin boylu, beyaz vücutlu, siyah gözlü idi. O ipek gibi saçlarını sarkıtarak şöyle dedi:

"Bize varsa kerim, Manas olsun erim." Akılay güzel esmer kızların arasından ayrılıp çıktı. Sülün kuşu gibi boynunu kıvırıp, yana bakıp süzülerek yürüyüp, yaş çubuk gibi eğilip Manasa doğru yönelip fırtına gibi hızla bahadırın yanına geldi.

"Yaşa! Akılay eşini buldu!"

"Han soyundan olduğu anlaşıldı" dedi kalabalık gürültü kopararak.

Diğer otuz kız da Kırgız'ın otuz yiğidini kaptı.

Zurna, kopuz çalındı, gümbürtüyle şölen başladı. Düğün bir hafta sürdü. Debdebeli, geleneklere uygun bir şekilde geçti. At yarışı yapıldı, pehlivanlar güreştiler, bozkurtlar bütün yeteneklerini gösterdiler. Başları bağlanan Kırgızlar düğünü yedi gün değil, otuz gün uzattılar.

Bahadır Manas Şooruk'u yenip, kızı Akılay'ı alıp, zaferle gelmekte olduğu, takviye kuvvete çoktan ulaştırılmıştı.

Kırgızların avulu Manas'ın nişanlısını debdebe ve kaideyle karşıladı. Erenlerin eşleri de hediyelik kızlara karşı yapılan muameleyle değil, ailesine katılan yeni üyesine saygı ve selamla karşıladılar. Çıyırdı hanım gelinini kimseye hediyelik gelin dedirtmedi, oğlak çekişme yaptırıp, önü arkasına bavursak saçarak karşıladı. Töreleri derhal öğrenip büyüklere diz çöküp, küçüklere şefkat gösteren geline özel olarak beyaz çadır diktirdi.

Manas Kıpçak'a akraba olup, Kara-Ötök'ten ar'zi aldı.

Manas Şooruk han ile savaşmaya gittiğinde Alevke gizlice ulu padişahından izin almıştı. O avulu ile muhteşem han sarayını bırakıp Pekin'e doğru Tırgotlarla beraber hep birlikte kaçmıştı. Bunu Kırgızlara casuslar olduğu gibi anlattılar.

Arabalarını sürüp, kervan gibi yavaş ilerleyen Alevke'nin göç kafilesinin karşısına Kalmuk eşinden doğan, on sekiz yaşına giren, kara güçle dolan, beş yıl görmediği, harp ilmi öğrenen Kongurbay adlı çok sevdiği küçük oğlu can dostuyla beraber çıkageldi.

Kongurbay babasını görüp ağladı.

"Babacığım bu hareketini anlat? Düşmandan kaçmış gibi bir halin var? Kökünü kim kazdı? Şaşırıyorum, babacığım. Önceki yiğitliğin nerede?"

"Oğlum, onlar öyle kolay öldürülecek Kırgızlar değil, dövüşeni sağ koymayan o Manas, kolay başa çıkılacak biri değil. Onun yiğitliğini sorma. Atalarının toprağını geri verdim."

Alevke "Manas'ı öldüreceğim, dövüşeceğim" diye tutturan oğlunu zor teskin etti...

Bu Manas, o topraklarla yetinmeyecektir. O, Pekin'e de varacak gibi, kaçanı da boş bırakmayacak gibi. Manas doğmadan önce ona yiğitlik yazılmıştır. Mukaddes kitapta Manas'ın adı vardı. Kitapta "Manas pekin'e gazaya vardığında yiğit elinde arslan değildir. Manas'ı, Esen Han ile danışıp asker topladıktan sonra öldürelim! Şimdi oğlum beni dinle! Olgunlaşman gerekiyor. Şimdi gençsin, ona yenik düşersin, kuvvetine dolduğun zaman, O, Pekin'e geldiği zaman tutuş" dedi Alevke oğluna.

Bahadır Kongurbay babasının teklifini kabul etti.

Alevke'nin oğlu Pekin'e gitmeden Çin seddini takibederek Sarı Nehir boyunca göçüp şehir kurdu. Pekin Hanı Esen Han'a hediyeler gönderdi.

Kırk hanın Hanı Esen Han, Ala-Dağ, Kaşgar, Andıcan'ı, Yedisu'yu idare ederken Manas'tan kaçıp Çin Seddi'nin civarı, Sarı Nehir'in kenarına yerleşen Alevke'ye altı ay sonra mektup gönderdi. Esen Han, Alevke'nin darıldığını bildiği için ona hoş bir tarzda mektup yazdı.

Bir zamandan sonra Alevke, oğlu Kongurbay ile Çin hanı Esen Han'ın bulunduğu kırk kapılı Pekin'deki mis kokan kızıl ağaçtan yapılmış altın süslü kapısı var, sadece kuşun uçup girebildiği han sarayına ihtişamla girdi. Akr

Almambet Tangşa'ya, babasının karagahına döndü.

Öfkelenen Almambet Sooronduk'e şöyle dedi:

"Babacığım, Esen Han'a güveneni Tanrı vurur. Esen Han ile Kongurbay'a ne yapacağımı bilirim".

Sooranduk şimdi Tanrı'ya karşı değişmişti. Oğlunu gördüğünde ayı gibi bağırıp Almambet'e atıldı.

"Öyle kötü konuşma! Ulu Göğün oğlunan karşısında beni utandırdın".

Almambet babasının fenalığını görüp bir gün bir gece uyumadan düşündü, çubuk gibi kıvrandı, sonunda bir karar vardı. Burada kalıp ne yapayım? Çin bana göre değil, Kırgızlara gideyim". Düşüncesini sadece annesi Ekzer'e söylemek istedi.

Günlerin birinde canı sıkılan, ama içindeki acıyı kimseye söylemeden ızdırap çeken Almambet ava çıkarsam rahatlarım diye yiğitleriyle Aral denen yere vardı. Etekleri ormanlık olan Aral dağına yerleşip av avlayıp eğlence düzenledi.

Almambet, ormanın kenarı boyunca kaçan karacayı canlı yakalayacağım diye takibeder. Karaca ormana girip açık alana çıkar. Almambet karşısında atlı adamları görür. Demin kaçan karaca atlı kırk adamın yanına doğru gelip silkinerek adam kılığına girer.

Almambet ejderden iki yıl büyücülük okumuş idiyse de böyle kerameti ne işitmiş ne görmüştü. Almambet'in ağzı açık kaldı. "Siz kimlersiniz, yiğitler? Nereden çıkan ruhlarsınız?" dedi Almambet.

"Hoş geldin. Biz kırklarız. Türkün, Kırgızın hakiki bahadırlarının koruyucu pirleriz. Tanrının emriyle sana hayırlı birliği iletmek için geldik! Senin barınacak yerin Altay'dır. Sağ olasın!" kırk atlı böyle dedikten sonra göz kapayıp açıncaya kadar kayboldular.

Almambet geri dönerken etrafı deminkinden daha güzel göründü. Doğanın bu güzelliğini önce farketmediği için eseflendi.

Doğanın hayret verici bu güzelliği karşısında Almambet'in kalbi çarpıp, vücudu gevşedi, gözün ulaşamadığı ufuklara kadar ulaşabilecek derecede yüksek sesle şarkı söylemek istedi. Göklere yükselen dağlar üzerinden, akan sular üzerinden kuş gibi uçmak, bulutlar gibi yayılmak istedi.

Almambet doğayı merakla, hayranlıkla seyrederken gözüken dağın kenarında insan karaltısı farketti.

Almambet avcılara yol sorayım diye onlara doğru hareket etti. O evvel atlı, elinde iyi kapan kuş tutan, silahlı, geniş göğüslü, kabusundan ata binen adama vardı

. Almambet görse de görmemezlikten gelip kımıldamayan, kıl takkeli kızıl perçemli adama öfkesini basarak "kaoma" diye selam verdi. Adamdan ses çıkmadı. Almambet atlıya tekrar selam verdi. Adam in mi, cin mi olduğunu söylemedi. Almambet sinirlenerek bulut gibi bozulup, arslan gibi atılarak adamın üzerine yürüdü.

"Hey sen nereden çıktın terbiyesiz şey? Adet bilmeyeni yer yutsun! Selam verilince kabul edilmediği nerede görülmüş?"

Atlı cevap verdi:

"Bu geniş dünyada aç kalmış gibi domuz avlayıp terkilerine bağlamışsın! Senin iyi âdetin bu muydu? Canlıları öldüren, domuz eti yiyenlere selam verilmez adetimizde..."

"Niçin domuz eti yeme diyorsun? Gördüğünü göster, bildiğini anlat bakayım. Yoksa ben kendi bildiğimi yapacağım" dedi Almambet patlayarak.

"Er Almambet, sinirine hakim ol, buraya gel!" Adam alandaki yüksekçe bir yere basıp atından indi ve elini salladı.

Almambet de atından indi:

"Bahadır biz ilk kez görüşüyoruz, beni nasıl tanıyorsun?" dedi Almambet.

"Bahadır, yiğidin yüzü gözü kendindedir, ama sözü, ünü yiğitliği uzaklardadır, halk arasındadır. Senin hakkında duydum. Seni göz önüne getirmeye çalıştım" dedi Kökçö.

"Sen basit bir asker değilsin" dedi Almambet.

"Köküm Türk, neslim Kazaktır. Aydarkan'ın Kökçösü benim, bahadır. Avlanıyordum. Heybetini, çehreni görüp, elbisene bakıp, söz ve hareketlerine bakılırsa Çin yiğidi Almambet'e benziyorsun."

"Doğru bildin" dedi Almambet.

Onlar acayip derecede geniş yayılan dağların üzerinde, tepenin zirvesinde oturup terkideki kuş etini yiyip, kaptaki kımızdan yapılmış şarabı içip uzun uzun konuştular.

Bahadır Almambet Esen Han ve Kongurbay'la olan ihtilafını, memnuniyetsizliğini Er Kökçö'den saklamadan anlattı.

"Ben bütün ahaliden değil. Gözü dönmüş hanın davranışından, yaltakçı beylerden, iftiracı rahiplerden, kurnazlardan, gene beni anlamayan babamdan memnun değilim. Onlar putlara tapındıktın sonra p'k insan olmaları gerekirdi. Her halde bu putlarının elinden bir şey gelmiyor. Ben ona tapınmıyacağım, vazgeçtim ondan. Babam gibi, Esen Han gibi, beyler gibi olmak istemiyorum. Türklerin, Kırgızların âdetleri dilleri, ruhu dürüst halk imiş, bana yakın geliyor. Beni Türk oğlu, Kırgız yapın. Ben buna zorla değil, Tanrıyı yüreğimde hissederek, hayır dileğimle gireyim. Bunu babama, anneme anlatacağım, hakikati söyleyeceğim" dedi Almambet.

"Söyle bakayım, baban Soorunduk anlar mı seni? Kendine zorluk çıkarıyorsun. Burada kararını verip bizimle gitseydin" dedi Kökçö.

"Günahkar gibi saklanarak kaçmayacağım! Halka, baba anneme söyleyeceğim! İzin verirse benimle gelecekleri can yoldaş edinip götüreceğim! Tesadüfen söylediğim ayda gelemezsem, bizim dine girdi diye, bizden biri diye gereğini yap" dedi Almambet.

Almambet'in sözüne Kökçö inandı.

"Bahadır, Allah teala yardımcın olsun, uzun yolun açık olsun! Çabuk dön!" dedi Kökçö.

"Doksan güne kadar bekle" dedi Almambet.

İki yiğit bulat kılıçlarıyla ellerinden kan çıkarıp, kılıcın tığına kan sürüp göğüslerini değdirerek vedalaştı.

Almambet yedi gün sonda Tangşa'ya geldi. Sooronduk'un sarayı karışmıştı. Sooronduk, Almambet'i koruyan askerleri Almambet'i kaybettiniz diye suçlayıp zindana atmıştı.

Almambet gelir gelmez Kökçö'ye rastladığını, Türklere gönül verdiğini, onlara gideceğini annesi Ekzer'e anlattı.

"Canım anne dinle. Gülistanım kurudu. İnsanlar birbirine girdi. Gülistanlı halkım horlandı. Esen Han'dan gönlüm soğudu. Dört erdem tükendi. Kalırsam sadece kendi başımı değil, seni de derde sokacağım. Aksütünü helal et, sağ olursam dolaşıp gelirim. Ölmezsem haber veririm. Batıya, Türklere, Kırgızlara gideceğim. Sağlıcakla kal anneciğim!"

Ekzer, oğlunun sözü üzerine çığlıklar atıp kendini ateşe atan kelebekler gibi dövündü...

"Sözünü benden başka insan duymasın! Bunu babana da söyleme, Kırgızlara da gitme. Sözünden dön. Baban ile beni kendi elinle gömdükten sanra git" dedi Ekzer gözyaşını yağmur gibi dökerek.


Almambet annem beni bırakmayacak herhalde, babam anlayış gösterip yiğitçe davranabilir diye Sooronduk'a vardı. Babasının etrafında büyükler ve danışmanlar oturuyorlardı.

Toplananlar Almambet'e saygı gösterip ayağa kalkıp sonra diz çöktüler. "On gündür Çin sınırındaki bütün hanlara haber gönderip seni bulamadık."

Gök korumuş, neyse başın sağ imiş.

"Baba ben Türklere, Kırgızlara uğrayıp, dost edinip geldim!"

"Bu ne saçmalıyor? Cin çarpmış bunu. Bu benim oğlumun sözü değil." Dedi Sooronduk. "Ezeli düşmanımız Kırgızlardır. Onlarla mızrağın ucu, kılıcın tığı ile konuşmak gerek."

"Beni dinle baba! Ben Türklerin ve Kırgızların dinine girdim, baba. Onlar dürüst sözlü, temiz kalpli, edepli, ahlaklı, yiğitleri namuslu, dindar, ilim ve irfan sahibi halk imiş."

"Kapa çeneni! Oğlum tamamen değişmiş! Esen Han boşuboşuna bunu komutanlıktan alıp zindana atın dememiş. Ben bunu Esen Han'a ulaştıracağım, kendi elimle geberteceğim. Cinini çıkaracağım! Kimse engel olmasın!" dedi Sooronduk yanındakilere. Sooronduk kılıcını çıkartıp oğlunu kesmeye yeltendi, Almambet babasının bileğinden tutup elini silkti. Kılıç yere düştü.

Almambet hemen kılıcı alıp, üzerine gelenleri gebertip karargahtan çıkarak direğe bağlanan alına bindi.

Öfkelenen babası sarayı sarsacak kadar bağırıp çağırdı. "Yakalayın! Öldürün! Gebertin!" diye bağıran Sooronduk'un sesi şehirde yankılandı.

Almambet sabaha karşı yedi geri nişan edinip sağa sola bakmadan yola koyuldu.

Sooronduk oğlunun peşinden, onu takibettirmek için asker gönderdi. Esen Han ve Batıdaki hanlara mektup yazıp, güvercinlerle gönderdi.

Erkesi gün han sarayına bir güvercin mektup bıraktı diye Esen Han'a küçücük bir kağıdı verdiler. Kağıtta şöyle yazılıydı: Bugün sabaha karşı Sooronduk'un oğlu Almambet Kırgızlara kaçtı. Batı yönüne doğru gidiyor.

Bunu okuyan Esen Han öfkelenip saçlarını yolarak vahşi haykırışlarla bağırdı.

"Kaçak Almambet'i elime canlı ulaştırın! Ya da başını kesip getirin!" diye bütün Çin'e buyruk çıkardı.

"Biz önceden söylemedik mi, çocuğun niyeti kötü, başa bela olacak diye, ulu Göğün oğlu!" dedi rahipler sevinerek.

Yakasız zırh gömleği, nalsız çizme giyen, ince bıyıklı geniş yüzlü, kızıl gözlü memur Kongurbay başta olmak üzere Bahadır Neskara'yı ve Büyük Yoloy'u kalabalık askerle takibe gönderdi Esen Han.

Kongurbay'ın askerleri Almambet'e beş günde ulaştılar.

Karınca gibi kalabalık asker Almambet'i uzaktan kuşattılar. Kuvvetten düşen Almambet sıra sıra gelen askerlere tek başına karşı koydu.

Bahadır kapının önünde bekleyen Kongurbay'a oktan önce ulaşıp böbreğini yumruklayarak geçti. Kongurbay atından düşmek üzereyken arkadaşları onu kurtardılar.

Almambet gerçek bahadırlığını şöyle gösterdi ki, sağa sola bakmadan kalabalık içine girip kılıcıyla mızrağıyla nice yiğidin canına okudu, bazılarını attan devirip kellelerini elma koparır gibi kopardı, askerleri kuşlara saldıran atmaca gibi kovaladı.

Almambet hiç uyumadan yedi gün yedi gece savaştı. O karşısına çıkan Çin hanı Neskara, Kalmuk hanı Coloy ve onların yanındaki pehlivanlar ile tekbaşına dövüşüp pek çoğunu safdışı ederek kalabalık orduyu alt üst etti.

Bir anda atı kılceyren tulpar halsizlenip sendeleyerek bir çukura düştü. Almambet bu sırada eyerinden bir yana sarktı, üzengiden ayağı kaydı. Bunu farkeden Alevke'nin oğlu Kongurbay atını kamçılayıp kükreyerek kuş gibi saldırıya geçti. Almambet yardıma yetişecek kimse olmadığı için hayatından umudunu kesmişti. Göz kapayıp açıncaya kadar Almambet'e Gök yardım etti. Kızıl perçemli mızrağı olan biri doğruca Kongurbay'a saldırıp, onun atına mızrağını sapladı. Kongurbay'ın tulparı kuvvetten düştü, Kongurbay hayatından umudunu kesip telaşla aşağıya doğru kaçtı.

Almambet "Bana yardım eden hangi yiğit acaba?" diye dikkatle baktı ki annesi Ekzer'i gördü. Zavallı anne doru kısrağa binip, erkek kıyafeti giyinmişti, yumaklanan siyah saçları tepesine düşmüştü. Biricik oğluna yardım etmek için, onsuz nasıl yaşarım diye düşünüp, eline mızrak alarak oğlunun peşinden gelmişti. Yerinden kımıldamayan arslan kah annesini dağa benzeterek, sevincinden kabına sığmıyordu, kah miskin annesine acıyordu. Almambet annesini gördükten sonra daha da cesaretlendi. Soğuksuyu geçip, dinlenen atına binerek Kongurbay'ı takibetti. Kongurbay'ın dört ayaklı kuş gibi uçarcasına koşan kara atına Almambet yetişemedi. Kaçanların arkasından kovalayan Almambet yakaladığını sağ bırakmadı.

Almambet kaçanların arasında kuşluk vaktindeki gölge gibi hareketsiz duran askeri görünce, önce onu gebertmek için arkasına mızrak vurdu. Üzengiden butu kayan asker başını çevirdi. O, Almambet'in babası Sooronduk idi. Onu gören Almambet'in vücudu deprem olmuş gibi sarsıldı.

"Sen miydin baba, sağ kal!" diye mızrağını çekip, kılıcını kınına soktu. Utandı mı ya da sinidlendi mi bilinmez atının boynuna asılıp, ocağına su basmış gibi elinden kuşunu uçurmuş gibi ezilip büzülerek üzüntü içerisinde atını geri çekti.

Almambet sinirlenerek yürürken çukurda annesinin bindiği doru kısrağın boş olduğunu gördü. Almambet'in kalbi çarpıp, dağ gibi atı sallandı. O uçarcasına koşup kısrağı yedeğe alarak "Asil Ekzer anneciğim." diye geniş sahrada yankılanan sesiyle bağırmaya başladı.

Annesinden ses çıkmadı, nerede olduğu bilinmiyordu.

Davul çalan kalabalık Çinli'nin Ekzer'in cesedini katıra yükleyip, Pekin'e doğru götürmekte olduklarını gördü Almambet. Tozu dumana katarak onlara yetişip annesinin cesedini kurtardı.

Sahrada, Almambet sırlı mızrağını yere vurup, gözlerinden yaş dökerek, kemikleri sızlayıp üzüntüden halsizlendi.

Bu sırada düşman, Almambet'i dört tarafından kuşatmış sel gibi geliyordu. Almambet atını gerip çekip Çinlilerle savaşsam, zavallının etlerini akbabalar yiyecek, gözlerini oyacaklar diye eğilerek annesinin cesedini belinden tutarak doğru kısrağa yükledi. Takibedenleri atlatıp ormana girdi. Annesinin cesedini yüreği sızlayarak büyük bir acı içinde toprağa verdi, üzerine büyük bir taşla işaret koydu.

Şafak söküp yeryüzü aydınlandı. Almambet gitmek istedi ama, güneşi orman, düzlüğü düşman örtmüştü.

Almambet, dindar biri idi, bir fırsatını bulup bu sıcakta dağ deresine dolu yağdırdı, ormana sel bastırdı, düzlüğü kara dumanla örttürdü.

Kılceyren'e binen Almambet güpegündüz yağmurdan kaçan askerler arasında dolaşıp atlarını beraberinde sürerek ormandan çıkıp Altay'ın yolunu tuttu. Tam on bir gün yol yürüdü.

Kökçö ile vaatleştiği günün üzerinden altmış gün geçmişken yoldaşlarıyla atlanan Kökçö "Almambet verdiği sözü tutacak, dost için ateşe girecek, namus için canını verecek bahadır sözünden dönmez, vaatleştiğimiz yere gelmişti" diye gök nehirin kıyısını takibetti. Öğlen olduğunda kenardaki dağ yolunda toz duman çıktı. Kökçö dikkatle bakınca kanlı atları sürerek gelenin Almambet olduğunu gördü.

Güz aylarının sonunda Er Kökçö Almambet'i babası Aydarkan'ın avuluna götürdü. Aydarkan, mal ve servete düşkün biri idi, o altı yüz atı arasında küçük bir kısrağı bulup kesti.

Almambet Kökçö'nun karargahındaki birinin evinde barınıp, dokuz yıl bekar yaşadı. O halkın sefil yaş(sansürlü kelime) acıyıp, bir yararım dokunsun diye, Moğolların, Tırgotların, Kalmukların atlarını, sığırlarını ve develerini getirerek yoksullara paylaştırdı. Yılda üç dört kez at getirip fakirin karnını doyurdu, yoksulu zengin kıldı.

Almambet 'diliği, dürüstlüğü, samimiliği ile obacakta değer kazanmaya başladı. Zavallılar, fakirler, şikayetçiler, kocasından boşananlar önceki gibi baylara ileri gelenlere, efendilere, beylere değil, bu belalı gaddar Çinli Almambet'e gelmeye başladılar. Almambet herkesin şikayetini, derdini dinliyordu. Kimsenin servetine, zenginliğine, şöhretine bakmıyordu. Herkesle yüzyüze konuşup, davanın köküne iniyor, kavgayı yatıştırıp meseleyi adil bir şekilde çözüyordu.

Kazakların, daha önceleri adillik taslayan bilgiçleri, hakimleri maslahattan, hakimlikten, ganimetten mahrum kaldılar. Bir defasında ileri gelenlerden altmış kişi bir araya gelip anlaştılar. Hile düşünüp, kendilerinin Almambet'e denk gelemeyeceğine kanaat getirdiler. Kardeş gibi birbirine yakın olan Kökçö ile Almambet'in arasını açtılar.

"Nazlanan güzel Ak-Erkeç namussuzluk edip yanına erkek aldı. Kadın erkeğe düşmandır. Babasını, askerlerini öldüren bu Çinli sana acır mı, Almambet seni öldürüp tahtına oturup Ak-Erkeç'' almak istiyor, onu ortadan kaldır" diye hep birlikte bir masal uydurup Kökçö'yü sarhoş ederek Almambet'e karşı çıktılar.

Kadınlara düşkün, safdil ve kaba olan Kökçö, mümtaz beylerin necis dedikodusuna inanarak Almambet'i kalabalığa öldürtmek isterken bahadır kılıcını çıkarıp kendini korudu, bir kaçını yıkıp ölümden kurtuldu.

Öfkelenen Almambet'e beyaz sarıklıların akıllısı, ipek elbise giyen güzel Ak-Erkeç ağlayarak şöyle akıl verdi: "Yolda Kırgızların bahadırı Manas'a uğra, senin kıymetini bilse bilse o bilir, sözümü unutma."

Karargahtan giden Almambet epey yürüdükten sonra "Kökçö sarhoşluğundan bana bunu yaptı, kendine gelip gerçeği öğrenirse peşimden adam gönderir" diye pek uzağa gitmeden savaş atı olan Kılceyren'i otlağa bıraktı, yollara bakıp bir gün yattı, iki gün yattı, üç gün yattı. "Kökçö değişmiş, niyeti bozulmuş" diye dertlenip ondan umudunu kesen bahadır Almambet atının başını sahraya çevirdi.

Hazret dağında. Ahşap dairesi ardıç ağacıyla tutturulmuş, sırıklarının ucuna kırmızı çuha geçirilmiş, kenarları deyilde kumaşından yapılmış, beyaz çuha ile kaplanmış, işlenmiş ipekle örtülmüş, sırıkları ve duvarları otuz çeşit boya ile boyanmış Karabörk'ün, adetlere göre yapılan on iki kanatlı beyaz çadırında uyumakta olan Er Manas rüya görüyordu.

Manas uyanıp "gece gördüğüm rüya iyi değil. Bunu halka anlatıp yordurayım" diye Kırgızlara haber gönderdi. Kırk gün sonra haber ulaşan yerlerin hepsinden halk geldi. Ya düşmanını yenememiş, ya da hanımı erkek doğuramamış, durup dururken ziyafet vermesinin anlamı nedir? Diye Manas'ın davranışına şaşıranlar oldu.

Manas at kestirip eğlence düzenleyerek ziyafet verdi. İnsanlar dağıldaktan sonra karargahına aksakallıları, bilgiçleri, ileri gelenleri, halkı yöneten beyleri, kırk çorasını çağırıp onlara karın yağı, yele altı yağı yedirip, şarap içirdikten sonra rüyasını anlattı.

"Sevgili halkım, size söyleyeceklerim var, yormanızı istediğim bir rüya var. Gece bir rüya gördüm, rüyamda Ak-kula'ya binip, cebe giyip yol yürüyüp sükunetle geliyordu, karşıma tığı altın, sapı bakırdan olan kırmızımtırak bir kılıç rastladı. Ganimeti elime alıp havaya salladığım zaman vızıldayan bir ses çıktı, keskin olup olmadığını denemek için ev kadar bir taşa vursam, taş et gibi kesilip ikiye ayrıldı, kılıç yere saplandı, kılıcı kuşanıp geliyordum, sağ tarafımı ağır hissettim, baktım ki, deminki kılıç arslana dönüşmüş. Tepeye çıktım, arslanın heybetinden hayvanların hepsi boyunlarını uzatıp eğildiler. Yine yürürken, arslan bir anda atmacaya dönüşüverdi. Beyaz atmaca gökte öterken, bütün kantatlılar yerde korkudan titriyordu. Kuyruk ve başı parlayan beyaz kuğudan beyaz tüyü var, alp kara kuşunun heybeti var; kuşu elime kondurup geliyorken uyandım. Millet, bunun anlamı nedir? Rüyamı yorunuz..." Manas, kıymeti pahalı kaftanı askıya iliştirip kapı söğesine dayanıp başını oturanlara çevirdi.

Böyle zor anda halkı kurtarıp, ihtiyacı karşılayan akıllı ve yenilmez Acabay oldu. "Bahadır işlerin düzelecekmiş, hayırlı rüya görmüşsün. Tanrı sana eşdeğerini verecek, Çin'e şerefini lekeletmeyen Er Almambet sana gelecekmiş. İşittim ki, Sooronduk'un oğlu Kazaklara gelip, birkaç yıl kalmış, ama pehlivanlarıyla anlaşamamış. Kökçö'ye darılmış. Çelik tığlı, arslanların arslanı, bahadırların bahadırı olan Almambet sana gelip katılacakmış. Sana destek olacakmış. Rüyadaki işaret Tanrının sevdiği kişilere verilir."

"Kimse seninle boy ölçüşemez, talihine kimse konamaz Acıbay ağa! Beylik kaftanı sizindir!" Bahadır Manas düşündüklerini iyiye yoran Acıbay'a memnuniyetini ifade ederek altı bin aileye bey olduğunun işareti olan kıymette pahalı kaftanı giydirdi.

"Rüyan gerçek olsun!" dedi oturanlar Tanrıya sığınarak.

Halk memnun olup ziyafetin keyfini çıkardıktan sonra evlerine döndü.

Ondan sonra yaz geçti, güz geçti.

Manas'ın karargahında altı yıldan beri kötülükten haber veren davul çalınmamıştı. Bugün davul çalındı.

"Altı yıldan beri Manas tırmanacak dağ, savaşacak düşman bulamadığı için canı sıkıldı galiba, toplanalım, ziyafet yapmak için Manas'tan izin istiyelim" diye durdu halk.

"Bahadır Manas, bizim yapacak işimiz nedir?" dedi kırk çoranın başı kırgıl gelerek.

O zaman Manas şöyle dedi:

"Bahadırlar beş aydan beri yer altı yağı, karın yağı, sucuk yiyip, şarap ve kımız için eğlenip yattınız. Kılıcınız paslandı! Tazınızı yağ bastı. At semirip doldu, atlanacak zaman oldu. İyisi ava çıkalım! Tadını çıkaralım!".

Bugün Manas'ın yiğitleri yağma için hazır bulunan seçkin tulpar (at) larını esirgeyip, ziyafetlerde bindikleri toburçak koşu atlarına bindiler, bazıları kazan aşı özledik diye atlanıp düşman yerine av, gece yerine tan arayıp çıktılar.

Manas iki gün ara vererek doyasıya eğlendi, pek çok geyik avlattı. Bu yetmiyormuş gibi doğuya doğru yürüye yürüye on beş gün yol gittiler.

Bahadır Manas yüksek dağlarla çevrili, sarı deredeki ufak tepelere, ördek ve kazlara, at ayağı değmemiş otlara, akaduran pınarlara, hayvanları bol olan Talas'a merak salıp, buraları tam karargah kurulacak yer imiş diye çok beğendi. Ceylanı koyun sürüsü gibi fazla olan geniş havzaya karargah kurup satranç, toguz korgol (bir oyun), toptaş, aşık oynatıp altı gün eğlendi.

Yiğitlerin hepsi çılgınca eğlenirken Er Manas rahat uyuyamadı, gönlü eminlik bulmadı, bir gök çadıra giriyor, bir dağa çıkıyordu, kalbi çarpıp, yer bakmaya giden yiğitlerini gözetliyordu.

Dağ eteğine çıkan kurt gibi yolda bir karaltı gözüktü. Bindiği at, boynu bir kulaç olan değişik bir tulpar idi, kendisi geniş göğüslü, geniş omuzlu, yay kuşanan, sadağı öküz beli gibi dağa benzer bir alp idi. Yaklaştığında gördü ki, o endamıl, başına hanlarınki gibi altın işlemeli kalpak giyen, başında kıymetli taş bulunan, insandan farklı heybeti olan, tuttuğunu koparan ölümden çekinmeyen, bahadırlık boynuzuna sahip bir yiğit idi.

Manas onu gördüğünde rüyamda görünen "Sevgili Er Almambet işte odur" diye tahmin etti. Dosta susamış gibi aceleyle yanına gitmekten çekindi. Onun gerçek yiğitliğini deneyeyim, kurallara göre iş göreyim, halkın adetini göstereyim diye Almambet'e gözükmeden dereye girdi.

Manas gök yayvandaki eğlencenin keyfini çıkaran arkadaşlarını yerinde bırakıp su kıyısındaki altın sadaklı beş bahadırına Almambet'i gördüğünü söyledi.

"Belindeki bağ gibi beş bahadır, sözümü dinleyin. Aşağıdan gelmekte olan kimse Almambet'e benziyor. Onu kuşatıp farkettirmeden yaygara edip ona saldırın, gerçek bahadırlığı o zaman bilinir. Yiğidin yüreğini deneyelim" dedi Manas.

"Hey, onu öyle şımartmayalım, Kazaktan kaçan Çinli'yi beşimiz bağlayıp gelemezmiyiz" dedi Sırgak.

"Bırak şimdi, kendini dev mi sanıyorsun Sırgakcığım. Akıllı iş yapalım. Benim gördüğüm Almambet, eğer gerçekten o ise tabiatı, heybeti arslan gibidir. Ona kötü muamele edip utandırmayalım? O çocukluğundan beri Çin'in köklü âdetlerine alışmış başı dertte olan, barınacak, yeri, sığınacak halkı, dayanacak dağı olmayan yalnız arslan gibi dolaşan garip, şaşkın bir bahadır. Ona ele konan kuş gibi iyi davranıp cana dost, direk edinelim. Ona adetlerimizi, liyakatımızı gösterelim. Değerini bilelim. Askerlerin birliğini, davranışını, yiğitliğni cesaretini görsün! Görüp memnun olsun! Alaya almıyalım! Disiplinsizlik etmeyin, sır vermeyin, askerlerimizin birliğini, çevikliğini, bahadırlığnı gösterin. Emrimi yerine getirmeyenin kanını dökeceğim."

Beş bahadır dağ deresini takibederek yola koyuldular.

Bu sırada beş bahadır birden bire tüfek atıp, davul çalarak, dereden çıkıp Almambet'e saldırdı. Almambet bunlar haykırışına çil yavrusu kadar bile değer vermedi, gerçekten kurşun yürekli, fil bilekli bahadır idi; kımıldanıp arkasına bakmadı bile. Yöneldiği taraftan sapmadan aç arslan gibi ulayıp, mızrağı belinde sallanıp, sağa sola bakmadan bastırıp gelmesin mi! Az önce bağırıp çağıran, hep birlikte saldıran, yiğitlik taslayan beş delikanlı Almambet'in heybetinden çekindiler, dilleri tutulup, kurda rastlayan köpek gibi sustular. Silahlarını yavaşça indirdiler, alaya kaldılar, sadece selam verdikten sonra sıraya girip durdular.

Bahadırlık taslayan Sırgak şimdi Almambet'e yol başlıyordu.

Almambet dört tepeli gök çadıra yaklaşırken karşısına birçok dil bilen akıllı Acıbay çıkıp atının dizginini tutarak konuşmaya başladı.

"Büyük olsan da alçak gönüllü ol bahadır, sözüme kulak ver. Tanrının emriyle Kırgızların mukaddes topraklarına, hanın kapısına rastladın. Böyle gaddarlık etme, halkımızın adetlerine göre davran. Hanımız nehirde kan akıtan sert tabiatlı bahadır, bizi cezalandırmasın, canımız sağ kalsın. Attan inde hürmetle hana selam er..."

Hakan Çin'de hanın huzurundaki âdetleri öğrenmiş, ayrıca Türk hanlarının köşkünde bulunmuş Almambet atından inip, han çadırana gelip, hürmetle selam verdi Manas'ın amcası Bakay'la el sıkıştı.

Kırgızlar, âdetlerine göre sarı altın ruhlu kaseyle kımız alıp geldiler. Almambet fincanı veren yiğide "evvel amcama, büyüklere sun" diye Bakay'ı gösterdi. Bizim adetlerimizi biliyormuş diye oturanlar şaşırdılar.

Bakay kaseye dudağını bandırıp büyüklük işaretini yaptı. Ondan sonra Almambet fincanı eline aldı. Nice günler aç kalıp dudakları kuruyan Almambet açlığını bildirmemek için, azıcık içmişti, kımız midesini yakmış olmalıdır ki, kamburlaşıp ter içinde kaldı, sonra başını kaldırdı.

O zaman Manas konuşmaya başladı:

"Bahadır, Ala-Dağ denen yere geldin. Kırgız denen halka geldin. Hoş geldin Bahadır! Keyfine bakıyoruz da, yolcu gibi bir halin var, bahadırlık heybetin var. Hangi ilden, ne zaman geldiğini anlat, Bahadır" dedi Er Manas kulağını verip.

Er Almambet kederlenerek şöyle dedi:

Adını sanımı sorma bahadır,
Halkından vazgeçen bir yalnızım.
Gözüme alıp ölümü,
Cevap verecek halim yok?
Şaşkın dolaşan insan gibi,
Yol sorsam ne fayda eder?
Böbürlenecek halim yok?
Budala dolaşır her yerde,
Yalnız gezen bir kimseye
Halkını sormak ne fayda eder?
Gideceğim bir yer yok,
Şöyle dolaşan biriyim.
Sığınacak halkım yok,
Şaşkın gezen biriyim.
Hayalde yok iş arayıp,
Şaşalayan biriyim.
At ulaşmaz yol arayıp,
Yol şaşıran biriyim.


Bahadır Manas halkına şöyle duyurdu:

"Göğlere yükselen Ala-Dağ'ı ve onun geniş kırlarını, uzun yollarını kim aşmamış ki halkım! Davet edip getiremiyeceğim Çin hanını Tanrı göndermiştir. Evime kut inmiştir! Belalı kırk bahadır, buraya gelin! Hana selam verin! Binmesine yürük, giymesine kürk elbise verin, esirgemeyin! Ak kulayımı çekin!"

Manas'ın ordusundaki yiğitler oraya buraya koşuşup, hakim beyler telaştan ne yapacaklarını şaşırdılar. Manas sözünü bitirir bitirmez, yiğitler Ak-kula'yı yedeğe alarak, dokuz ünlü koşu atını getirdiler. Atların hepsi eyerlenmişti. Ak-Kula'daki altın eyerin başına sırlı mızrak, yanına Akkelte kılıç, terkisine balta bağlanmıştı.

Kırgızlar Almambet hanın şerefine sarı oğlağı kurban kestiler. Manas hazineci kurnaz yiğide büyük heybeyi açtırdı. Almambet'in başına kızıl altın sikke (para) serpti. Yuvarlak başlı insanların talihi için kırk bin altın sikkeyi yiğitlerine talan ettirdi, kova kova yağları Almambet'in başından çevirip dört ayaklıların talihi için köpeklere yalattı. Üç canlının etini Almambet'in başında çevirip, bu kantlıların talihi için diye kuşlara yedirdi. Almambet'in eski giysilerini zavallı, gariplere pay etti.

Kırk çoranın içinde zor anlardı faydası değen, sıkıştığı yerde çare bulan, temiz sözlü Serek adında bilgiç biri vardı. O Manas'a şöyle dedi:

"Bahadır, Kırgızların adetine göre han geldiğinde şerefine at kesilirdi..." dedi Serek.

Manas bacaklarına vurup kahkaha atıp güldü.

"Evet Serekciğim doğru söylüyor. At kesmeden han karşılamak bizim adetimizde yoktur. Millet han geldikten sonra at kurban keselim, hazırlayın!"

Manas, bahadır Almambet'e cebe giydirdi. Ak-kulasının başladığı iki tulparı yedeğe alıp gelerek onlara hediye verdi ve şöyle dedi:

"Almambet hanım karargahıma gelmişsin, yola koyulacaksan Akkula atıma binip bu atları sürüp git. Mızrağım, tüfeğim sana emanet. Sana verecek hediyem bunlar, kabul et, kalacağım dersen işte halk, gideceğim dersen işte yolun."

Almambet ses çıkarmadı.

Atların sırasında Ak-kula da vardı. "At benimki" diye Almambet Ak-kula'yı aldı, onun yerine Sarala'yı bıraktı.

Mükafatı haketmeden at kesildi. Bunu halkın çoğu bildi, bilse de kimse Manas'a bunu sormadı.

Bu esnada söz ustası Serek işe yaradı.

"Bahadır, at kesilirken onun bir bedeli olmalıydı".

Manas etrafına bakındı. Bunu anlayan kırk çoro bir akıl buldu.

"Bahadır, at yarışının mükafatı için insan konulurmuş diye düşünsün Almambet. Biz çoralar mükafat olarak duralım" dedi kırk çoradan yedisi önüne çıkıp.

O zaman hiç gülmeyen Er Manas kahkahayla dişlerini göstererek gülmeye başladı.

Bu sırada yürük atların önü finişe geldi. Birinci yarışı tuynaklarının değdiği yerleri yer ocağı gibi oyan, toz çıkarıp, dağlar üzerindeki bulutlar gibi yayılan duman bırakan Almambet'in Sarala atı kazındı birinci yarışın mükafatı olan yedi yiğit Almambet'e verildi, onlar sevine sevine gelerek sahiplerinin hizmetine girdiler. Bundan itibaren bahadır evinde olduğu zaman kamçısını alıp, atından indiği zaman dizginini tutup oturduğu zaman döşek hazırlayan yedi yiğit Almambet'in emrine geçti.

Almambet'in kalacağına kesin gözle bakan Er Manas yeni dostuna değer verip onu iki gün kırda dinlendirdi.

Tepede yıldızlara yakın kahramana yandaş yatan, kuşlar ile bir arada uyuyan Almambet ile Manas; iki yiğit can sıkıntısını gderip, rahatladılar, iki gün iki gece yattıktan sonra kalbindeki sözleri birbirlerine anlatıp canciğer dost oldular.

Manas atalarının adetince Almambet'e şöyle dedi:

"Şimdi bahadır, Kırgızlara akraba oldun. Yatacağım dersen işte köşk, gezeceğim dersen işte ilim. Gitsen de sana güveniyoruz, kalsan da! Ama kalırsan başımızın üzerinde yerin var."

"Bahadır Manas, ben hayatımda hiçbir şey görmemiş çocuk gibi biriyim. Çok değişik şeyler yaşadım. Böyle bir zamanda Kırgızlarla geçinebilir miyim, geçinemez miyim diye tereddüt ediyorum. Halkın hakkında, bahadırların hakkında bir şeyler anlat, öğreneyim" dedi Almambet.

Manas şöyle dedi:

"Bahadır Almambet. Tüneğimden inen kutum oldun. Elime konan atmacam oldun! Can ciğer dostum oldun. İşlerim yolundadır. Şimdi sana halkımını durumunu anlatayım. Ecdadımız Türktür. Tanrıya, Yersu'ya Umay Ana'ya tapınıyor. Dağlara çıkıp, güzel yerleri mesken edinir. Sözüne çok özen gösterir. Kanunu ve nizamı ağzında, sırrı yüreğinde, erzağı terkisindedir. Bayrağını, göğün yüzünden ve yanan ateşin renginden almıştır. Damgasını ay ile gökten, canlılardan almıştır. Yiğitler yastıkta değil, şerefleri için savaşta ölürler. Yağmaya çıktığı zaman yoldaşı tulpar avı ile savaş silahı, sırlı mızrağıdır. Özgür kuşlar gibi kışın Batıda, yazın Doğuda dolaşan kaplan gibi kuvvetli halktır" dedi Manas.

Almambet sıra dağlara merakla bakarak şöyle dedi:

"Kendimizden başka halkları 'vahşiler', 'dağ haydutları', 'vadi haydutları' diye kimseyi muhatap saymadan kibirlendik. İnsanın kötüsü vardır, ama halkın kötüsü yok. Her halkta arsalanı da vardır, hayvanı da."

Manas şöyle dedi:

"Bahadır, Han karargahında babam Cakıp, danışmanı Baka, bütün Kırgızlar var, oraya gidelim?"

Keçe evinin önündeki seçkin yiğitlerden üçü 'Almambet oğlun geldi' diye Cakıp Bay'a hanımına müjde vermek için koştular.

Cakıp Bay Semerkand'ın dışındaki Bel-saz denen yaylada kısraklarını sağıp tay etini yiyip kımızdan çekilen şarabı içip yatıyordu. Üç yiğit birbirleriyle yarışarak müjdeyi ulaştırdılar.

"Bay ata, oğlunun bu dünyada yoldaşı, öbür dünyada arkadaşı, savaşta arslanı olacak biri bulundu."

"Bay ata, oğlunun dövüşte mızrağı, savaşta kılıcı, yağmada yürük atı olacak biri geldi."

"Bay ata, kaplan gibi saldıran, çelik kılıç gibi parçalayan, çekişen düşmanı sağ bırakmayan Almambet oğlun geliyor. Muştuluğunu söyle, bayım."

Cakıp Bay'ın cimriliği tuttu.

Muştuluk verecek mertliği gösteremeyip yiğitleri hanımına gönderdi. Sevgili Çıyırdı hanım müjdeyi aldığında karargahından çıkıp hayır dualar okuyarak Tanrıya şöyle seslendi:

"Ah, Tanrım, bundan on altı yıl önce rüyamda Manas'ın yanında Almambet'in bulunduğunu görmüştüm. Ondan beri ne zaman gelir diye bekliyordum, rüyam doğru çıktı. Müjdeye gelen yiğitler develerden dokuzunu üçünüz paylaşın."

Çıyırdı kuş tüylü teğelti konulan boz yorga (at) sına binip oğlumu karşılayayım diye on iki kadını beraberinde alıp yola koyuldu. Cakıp Bay altmış sakallı ihtiyarı peşine takıp acele hareket etti.

Cakıp Bay Manas ile Almambet'e herkesten önce ulaştı.

"Ah, kurban olayım oğlum Almambet! Sağ salim geldin mi? Seni bize Tanrı gönderdi" dedi Cakıp ağlayıp sakallarını ıslatarak.

Almambet, babasını hatırlamış veya Cakıp Bay'dan memnun olmuş gibi Cakıp'ın göğsünü öptü ve ağladı.

Bu sırada, arkadan saçları beyazlamış Çıyırdı hanımın sesi geldi.

Hanım boz yorgasının dizginini bırakıp altmış ihtiyarın arasından geçerek geldi. "Tanrım bana verdi. Biriciğim çifti geldi." Çıyırdı deve gibi bozlayıp Almambet'e sarılmıştı. Hanımın memelerinden yeni doğum yapan gelininki gibi süt fışkırıp aktı.

"Sevgili Anneciğim" dedi. Almambet memeleri emerek.

Şöhretli hanım Çıyırdı iki memesini çıkarıp sağ yanına Manas'ı, sol yanına Almambet'i alarak ikizleri emzirir gibi emzirdi.

Otuz yaşındaki oğlu iştahla meme emdiğinde memesini sıkıp, sütünü fışkırtan ve bununla zevk duyan gülyüzlü Çıyırdı'nın gevşeyip durduğunu görenlerin hepsi çok sevindiler.

"Halkım, anadan iki, atadan dört tane oldum" Er Manas.

Cakıp Almambet'in gelmesi münasebetiyle kırk bir hayvanı gariplere ve fakirlere sadaka verdi.

Bahadır Manas Almambet'i kutlamak için sekiz kabile halkını çağırıp ziyafet verdi. Çıyırdı hanımın beyaz evinde meyva konulan geniş sofrayı çevreleyip oturanlar arasındaki Almambet şöyle dedi:

"Bahadır Manas, halkını gördüm, Tanrı bahtını vermiş. Talihin varmış. Ak-kula atını mertlik edip bana verdiğin için memnunum. Babamın evindeyken söyleyeyim, Ak-kula'yı sana verdim. Bana Sarala yeter."

Almambet'in akıllılığını gören Kırgızlar çok sevindiler.

Dizilmiş olarak bekleyen kalabalık halkın ortasında Manas, yanında Almambet ve kabile reisleri yer almıştı.

İki yiğit beyaz söğüt çubuğunun uçlarından tutup durdular. Cakıp çelik bıçakla çubuğu tam ortasından kesti.

ATALARIN YURDUNDA (II. Bölüm)

"Almambet ile Manas, Tanrı huzurunda hayatta ve ölümde beraber olmak için halkın önünde dost oldunuz. Ananın beyaz sütünü emen kardeş ikiz kardeş oldunuz. Andı bozup birbirinize fenalık düşünürseniz, başınız işte bu çubuk gibi alınsın. Tanrı lanetlesin, Umay Ana belanızı versin!"

Epeydir suskun duran halk bunu tasdik etti:

Kötü niyetliyi yer vursun!

Üstü açık mezar vursun!

Anlaşma sona erip halk dağıldıktan sonra herkes kendi evine giderken Almambet tahsis edilen Ak Otağa yalnız gitti. Bunu gören Manas Almambet'e kız bulmayı düşündü.

İki gün uyumayan Manas sonunda Almambet'e kız bulmadan önce evvel kendisinin evlenmesi gerektiğini düşündü. Manas babası Cakıp'ın sırrını söyledi:

"Baba, yaşım otuzdan aştı. Kayıp hanın kızı Karabörk ele geçtiğinde, Şooruk'un kızı şımarık Akılay hediye olarak geldiğinde çaresiz evlenmiştim. İkisi de doğurmadılar, bana yoldaş olamadılar. Dünürlerinin keyfi iyi değil, tekrar düşmanlık besleyecektir. Örf âdetlere göre beğendiğim bir kızla nişanlanmadım, severek murada ermedim" dedi Manas.

"Söylediğinde haklısın oğlum" dedi Cakıp "oğlu evlendirmek babana farzdır. Nasıl bir kadın istiyorsun? Kimin kızını beğeniyorsun. Gönlündekini söyle."

"Lakırdı laf söyleyen
Geceli gündüzlü göz oynatan,
Yanında yiğitleri olan
Beyin kızı olmasın.
Hep bilgelik taslayan,
Ne iş yapsa gizleyen,
Pirin kızı olmasın.
Muhafızları yanında,
Şımararak yetişen,
Han kızından olmasın.
Kaymak yiyip evde yatan,
Babamın gözü açıkken,
Gözü mirasta olan,
Gideceğim erkek bey olsun diyen,
Zengin kızı olmasın.
Tabana çatlak, yüzü kalın,
Konuşmasını bilmeyen,
Köle kızından olmasın,
Baba kendin bilirsin,
Şöyle böyle kadınlar,
Beni memnun edemez.
Gösterişli olmayan hoş sözlü,
Nurlu yüzlü, cadı gözlü,
Dik boyunlu, düğme baş,
Kavrayışlı, ciğeri taş,
Kahkülü güzel, uzun saç,
Kocasına iyi davranan,
Halkı için çare bulan,
Tanrıya yalvarıp yaşayan,
Dünya güzeli olsun,
Düşünceli kız olsun"


Manas gönlündeki sırrı şaka yoluyla Cakıp'a anlattı.

"Baba, dostum Almambet'e de kız ara. Beraber evlenip, beraber düğün yapalım" Almambet'in nasıl bir kız istediğini bilmiyorum? Dedi Cakıp bahadıra gülerek.

Almambet yere baktı.

"Baba" dedi Manas. "Bana layık bulduğun kızdan üstün olursa olsun, eksik olmasın!"

Bunu işiten Cakıp Bay yanına yoldaş alıp, iki ata para yükleyip, Manas ile Almambet'e kız aramak için atlanıp yola koyuldu.

Cakıp Bay iki oğlumu evlendirip babalık farzımı yerine getireyim, uzaklara gidip kız aramalı demesinler diye Çarcuy ve Fergana'dan başlayıp Semerkand, Taşkent, Buhara'ya kadar dolaşıp kız aradı. Kız arayacağım diye ihtiyarın görmediği kalmadı. Ama gönlünce bir kız bulamadı. Sonunda Tacik yurduna geçerek otuz şehrin hanı Atemir'in Sanirabiyga denen kızını beğenip döndü.

Cakıp büyük Kara-Dağ'daki her yere dağılmış halkına geldi, onlara haber verdi. Manas Büyük Tepe'ye avlanmaya gitmişti, ona haber verdiler. Halk toplandıktan sonra Cakıp acele etmeden başından geçenleri anlatmaya başladı. .

"Han bahçesindeki cıvıl cıvıl gölde gezinip eğlenen kızları, çiçekler arasından gizlice seyredip oğlum Manas'ın söylediği gibi zarif, masum gözlü, uzun kirpikli, ince belli güzel bir kızı beğenmiştin. O Atemir padişahın kızıymış. Sanırabiyga kız sana layıktır, sana akıl verecek, gönlünü avutacak, tutumlu biridir. Onu alırsan yolun açılacak, kaçanlar eline gelecektir. İsrar ve inat ederek babasıyla konuşup onu razı ettim ve kızını istedim, razılığını aldım, küpe taktım. Başlık parası ve nişan duası için otuz gümüş sebikeli mal, altı gümüş sebikeli altın verdim. Yine bir kızı Almambet'e layık gördüm. Beni kaygılandıran bir şey var. Atemir han elden gelmeyecek, bulunmayacak kadar fazla hayvan isteyip şartını koydu" dedi Cakıp.

"Nasıl bir şart?" dedi Manas.

"Ben hayvan sayısından korkmam, ama o hayvanlarda bulunmayan renkli hayvan istiyor. Altmış devenin yarısı dişi, başları siyah, diğer kısımları beyaz olsun, yarısı erkek, baldırı beyaz, diğer kısımları siyah olsun diyor. Beş yüz altın yarısının yüzü siyah, burnunda beneği, alnında beyaz lekesi olsun, ön tarafı beyaz, kuyruğu siyah olsun, elli tanesi alaca, elli tanesi açık kızıl, elli tane kula, yirmi beşi al, doru, kızıl olsun diyor. Elli tane beyaz inek, boğası siyah, elli tane sarala, boğası beyaz, elli tane kızıl öküz, saral öküz olsun diyor. Koyunların bini siyah, bini beyaz olsun diyor. Kırk bin altın sikke para, iki erkek köle olsun diyor, Atemir. Dünürümün söylediği budur. Çin'de bu iş bu kadar değil mi, kız vermemenin çaresi bu diye düşünüyorum?" dedi Cakıp iç çekerek.

"Babacığım, bugün gördüğün yarın yoktur, kızma. Onları başım sağ olursa bulurum," dedi Manas gülümseyerek. Ben de Büyük Tepe'de uyurken bir rüya gördüm.

Kenarları kırık olan bir ayı tutup yatmışım. Almambet de böyle bir rüya görmüş. Bakay amcaya yordurduk: "Eline gelen ay aldığın yardır, kenarlarının kırık olması çocuk doğurmayacağına işarettir. Sonra dolgunlaşması da eşinin gecikip doğurmasını bildirir" diye yordu.

"O zaman Tanrım verecektir demek" dedi Cakıp Bay. Ak otağın tüneğine bakarak Tanrıya dua edip "Şimdi oğlum Manas, evleneceksen başlık parası hazırla..."

"Cümle Kırgız içinde hısım ve akraba, dost ve arkadaşlar yapacağı yardımı yapar" dedi Manas oturanlara bakarak.

"Hey millet, Manas evlenecekse nasıl elimizdekini esirgeyelim!" dedi Akbalta sakalını sıvazlayarak "Başı siyah olan beyaz deveden yüz tanesini ben vereceğim".

"Ne kadar dersen hazırım, beyaz başlı siyah deveden yüz tanesini ben bulacağım" dedi Berdike.

Kökötöy at vereceğini, Alımbek inek vereceğini, Oşpur koyun vereceğini bildirdiler.

Ak otağda oturanlar taş koymak suretiyle saydılar, on iki taifa Kırgızdan altı yüz on dörtkişi vardı, hiç biri boş kalmadan Manas ile Almambet'e yapacağı yardımı bildirdi, sonunda Atemir'in söylediğinden üç kat fazla hayvan bulundu.

Dünürbaşı olarak seçilen danışman Bakay mavi vaşaklı kalpağını giyip, gök ala kalkanını eline aldı, dünürlük işleriyle telaşlanıp altı gün uyumadı. Yedinci gen, Altay'dan göç ederken hayvanbaşı olup, Ala-Dağ'a yol başlayan kula kısrağını iyi dilek için önüne alıp, başına at başı kadar beyaz bula bağlayıp, arkasından hayvanları sürdü.

Kırgızlar sıbızgı (çalgı) çalıp, şarkı söyleyerek debdebeyle Atemir hanın şehrine Kanıkey'i almak için yola koyuldular.

Damat olacak Manas on iki bin seçkin bahadırı yanına aldı. Dünürevine doğru yola koyulan kalabalık kafilenin başından ayağına göz ulaşmıyordu. Aksakallılardan şoy, Kırgıl, Acıbay'ın başladığı büyük dünürler, Çıyırda hanımın başladığı yaşlı kadın akrabalar, seçkin bahadırlar, baba oğulun arkadaşları, kopuzcu, zurnacılar olmak üzere kırk kişi gidiyordu. Deveci Dörbön önünde üç yüz deve sürdü, atçı Salamar üç bin atı sürdü, inekçi Deldeş dokuz yüz ineği idare etti, koyuncu Kongurat otuz bin koyunu sürdü. Hüda göstermesin ki, göğe yükselen tozdan ve dumandan yol gözükmüyordu, gökte yıldızlar görünmüyordu. Yolda sıra sıra olan hayvanlar birbirine karıştı, dağ, ormanlardaki yırtıcılar, kurt, ayı, pars kaplanlar da sürüye karıştı. Dünürevine doğru yola koyulanlar on üç gün yürüyüp, on iki kapılı keyip-Badan şehrine ulaştılar.

Atemir hanın yiğitleri hana "Şehire düşman geldi." diye haber verdiler. Şehir halkı korkup askerleri telaşlanırken Manas'ın çoraları geldiler.

Atemir han şehiri kaplayarak gelen halkı, hayvanları gördüğünde şaşkınlık göstermedi. Düğün umuduyla gelen halkı âdet gereği de saygı selamla karşılamadı ya da gelen hayvanları tutup almadı, altmış bir Keyipli şaşakaldı.

Atemir han aklını başına topladı, şarkıcılardan şarkısını dinleyip, dünürü olan Kırgızların aklı selim ihtiyarlarını karargahına davet edip ağırlayarak örf ve âdetlere göre hürmet göstermeye başladı.

Damat olarak geldiği ilk gün çadırdaki Er Manas'ın yanına Atemir'in adamları çekinip giremedi. İkinci gün de Manas'la kimse ilgilenmedi.

Gece olunca bahadır sinirlenmeye başladı. Ak-kulasını çekti yanına Acıbay'ı alıp arzuladığı kızı görmeye gitmek istiyordu. Atemir'in övülen kızının aklındakini öğrenmeye, güzelliğini görmeye niyetlendi.

Bahadır Manas, yetmiş kabilenin dilini bilen Acıbay'la beraber geniş kaleye bir çaresini bulup girdi. Hanın güzel gölünü dolaşıp Altın saraydaki Melike kızın karargahına ulaştı.

Acıbay kapıya bakan yedi kadın cariyeyi parayla kandırıp, Manas'ı Sanirabiyga'nın bulunduğu odaya soktu.

Manas, han olduğundan beri kadınların böyle zarifini görmemişti. Şu dünyanın haline bakın, güzel Sanirabiyga tam buluğ çağında idi. Sofada otuz altın lamba yakılıp, ev gündüz gibi aydınlatılmıştı.

Altın perdelerin arkasında altın taht üzerinde sakin yatan Sanirabiyga'ya Er Manas dikilip baktı. Manas'ın kalbi teke derisinden yapılan büyük tuluma doldurulan kımızın çalkalanması gibi küt küt çarpıp vücudunu titretiyordu.

Sanırabiyga Manas'tan ürküp perdesini çekti. Lambayı alarak yabancı adamın yüzüne baktı ki, iki gözü ateş gibi yanıyor, karşısında değişik yüzlü, dağ gibi kocaman, heybetli bir kişi duruyordu.

"Erkek yiğidin bakışından ürkme güzel" dedi Er Manas.

"Kapımın sögesinde siyah at gibi duran, perdeme elini uzatan kim o?" dedi kız sinirlenerek.

"Kız arayan bahadır benim. Kızın ziyaretine geldik güzelim."

"Dışarıda kız mı kalmamış? Alacağı kızı bilmeyen nasıl şeysin sen? Yakalanmadan defol!"

"Babanıza hayvan, altın, gümüş verip sizi almaya gelen Manas benim. Han karargahının muhkem kapısını açıp, bekçi kızları korkutup aşagelen Manas benim.

Sanırabiyga kızın adını işitip, karargahına girip mis gibi kokan perdesini açan Manas benim." "Kızı alacağım diye tahkir edip korkutma! Kız korkutan yiğit değildir, kız alacaksan usulüyle, liyakatıyla al. Kalın ile al. Hükümdarlık, mevki ve servetinle fazla övünme bahadır" dedi kız.

"Adım Manas olduktan sonra, kendim bahadır olduktan sonra neden korkayım. Devlet ve zenginlik elimdedir, istediğimi alırım, dediğmi yaparım, karşı koyarsan göreceğini gösteririm. Benim olacaksın," dedi Manas cesaretlenip kahrolarak.

"Manas denen sen isen, ben de Sanırabiyga'yım. Adın Manas olduğu için mi halkın sana eğilmesi lazım? Yeryüzündeki kızların ayağına uzanıp yatması mı lazım? Manaslar çoktur. Uşağımın adı da Manas, çobanımın adı da Manas, hizmetçimin adı da Manas. Babamın evini pisletmeden canlıyken buradan çık git! Şimdi gitmezsen ecelin gelir!" dedi han kızı, hançerini eline alıp öfkeyle Manas'ın üzerine yürüyerek.

Bahadır Manas kızın eline engellerken fırlayan hançer bileğini çizip geçti. Sinirlenen Manas Sanırabiyga'yı itti. Sanırabiyga'nın dikkati dağılıp, gözlerinden yaş dökülüp "Başıma geleni görürüm" diye direnip ses çıkarmadı.

Manas başka bir şey söylemeden han karargahından çıkıp askerlerinin yanına vardı.

Kan içmiş gibi hırsı tutan Manas, ordusundaki davulları aniden çaldırdı. Kalenin iki başına savaşa çağıran davul sesi hemen ulaştı. Davulun ardı ardına çalındığını duyduğunda dünürlüğe gelen Kırgızlar yiyeceklerini ve içeceklerini bırakıp, evlerden, sokaklardan, köşelerden çıkıp şehir civarındaki Manas'ın ordusuna dalga dalga yığıldılar.

Kalabalık ordu atlandı. Yaylara ok yerleştirildi. Mızraklar uzatılıp savaşa hazırlanılarak şehire gözdağı verildi.

Cakıp Bay ile Kökötöy yaygara edip sıra sıra olan bahadırların önünü engellediler.

"Dünüre iyi niyetle gelip, kız yerine karargahını basmak hangi atanın adetinde vardır? Durun! Atlarınızı geri çevirin!" Cakıp Bay Manas'a söz dinletemeyip çoralarına bağırdı.

"Oğlum Manas, kocadığımda senin dostluğunu, alacağın kızı, görelim diye gelip mızrağın ucunu, kılıcın tığını nasıl kana boyayıp gidelim? Sinirlerine hakim ol! Aklını başına topla!" dedi İhtiyar Kökötöy Manas'a öğüt vererek.

Bu sırada kazan kadar sarık saran Atemir Han altmış atı hediye alıp kapıdan çıkageldi.

"Hürmetli üstat Kökötöy han, Aziz Bakay Han dünürlerimin sözüne gelelim!" Atemir Han başını eğerek ellerini göğsüne alıp Kökötöy Han ile Cakıp Bay'ın önüne çıktı "kusur bizden geçmişze affediniz dünürlerim! Damadım Manas affetsin! Size atmış at hediye. Başım hediye. Kızı size vereceğim."

"Atemir hanın sözü yerinde söylenen söz oldu. Kız veren tarafın sözü olumludur. Bahadır Manas'ın düğününe gidelim millet" dedi Kökötöy beyaz sakalını sıvazlayarak. Kalabalık yeniden uğultu yaparak şakalarla eğlencelerle han karargahına doğru yöneldi. Kaledeki sönen mumlar tekrar gökteki yıldızlar gibi yanmaya başladı.

Şimdi Atemir Han damat Manas'a büyük iltifat gösteriyordu. Damat için beyaz ev dikeceğiz diye bahçesinden bir yer seçip almış ustaya bir gecede boz ev kurdurdu, duvarlarını dört halıyla örttürdü.

Karargah odasına kuş tüyünden atlas döşek konulup Manas yalnız bırakıldı. Atemir koşuşturmaktan belalı Manas'ı unutmuştu. İki gün, iki gece yemek yemeyen, kimseyi göremeyen bahadır Manas aklını oynatacak gibi oldu, kahrolarak evde yalnız kaldı. Yanında ne eğlence düzenleyip neşelendirecek kırk yiğidi var, ne de oyun düzenleyip gönlünü açacak kızlar var, şehir içinde gürültü, keman, kopuz, şarkı sesleriyle debdebe sürerken, tek başına kalan Manas sinirlenmesin de ne yapsın?

Manas savaşmaya düşman, dayanmaya dağ arayıp dururken dışarıda kırk çorasının başı Kırgıl gözüktü. Manas ona eziyet etti, Kırgılı söze getiremeyen Er Manas, onu kaldırıp yere vurdu. Bu esnada Serek Çora girmişti, ona da bağırdı.

"Hey, aptallar nerede kaldınız! Nerelerdesiniz? Niye gözükmüyorsunuz?" dedi Manas bağırarak.

Bakay girdikten sonra Manas ancak sustu.

Kimseye konuşma fırsatı vermeyen Serek, Bakay'ı gördükten sonra gücenmiş olmalıdır ki şöyle dedi:

"He, Manas niye kükrüyorsun, biz senin almaya geldiğin kadının mıyız? Kız gelmezse acısını bizden mi çıkaracaksın? Gözünü açsana?" Serek'in sözü Er Manas'ı etkiledi. O Bakay'ın idare ettiği dünür sahipleriyle konuşmadı.

"Ak-kula'yı çek, buraya!" Manas uşağına emretti ve zırhını giymeye başladı "Yiğitler atlanınız!"

"Manas, damat olarak geldin, katliam yapayım deme!" dedi Bakay Manas'a engel olarak.

Kara duman kesilen Manas Bakay'ın sözünü dinlemedi. Kırk çorosı ve askerleriyle atlanarak şehire meydan okudu.


Kırk çoro gafil yatan Kıybas'a baskın yaptı karşısına çıkıp havlayan köpeklerini yayla susturdu, ekmekçilerin tandırlarını harap edip, göze gözüken erkeklerini safdışı etti.

"Atemir han saraydaki kadınlar ve kızların başlarından sürüştürüp gün boyunca Manas'ın yanına kimsenin girmediğini, damadının yalnız kaldığını öğrendi."

"Lanet olsun, yine damadın kahrına kaldık, O kızmakta haklı" dedi Altemir Han boynunu kısarak, "Şimdi ben hangi yüzümle Manas'a gideyim".

Atemir'in üzüldüğünü duyan, kırmızı giyinen ay yüzlü on yedi yaşındaki pak Sanırabiyga kız babasının yüzüne baktı. Zarif, hoş tabiatlı güzel Sanırabiyga hem cinslerinden daha çekici idi: kurumuş dallara bakarsa hemen yeşerirdi, kanadı.

Kurumuş kelebeklere dokunursa kelebekler dirilirdi. Kuru yere su serperse çiçek bitip açardı, ipek gibi saçlarını tararsa yıldızlar beyaz kar gibi yağardı, kederlenirse gök tutulup dağı taşı kara bulut örterdi.

Gülyüzlü Sanırabiyga kuşunki gibi sesleriyle kız olduğu halde babasına akıl verirdi.

"Zorda kalsan da başını kaldır babacığım, bana izin ver. Bütün Tacik ve hemşerilerim için kendimi bağışlayayım. Manas'ın yolunu keseyim, ona sözümün doğrusunu söyleyeyim. Ben bir şeyler yapayım, onu savaşı durdurmaya ikna edeyim, alacaksa ebedi yarı olayım."

Atemir han dertli gönlünü avutan kızına özenle bakıp, zor anda akıl bulduğu için gönlünden razı olup "erkek olsaydı tahtımı verecektim, şimdi hanın y'rı olmaya layık oldu" diye düşündü.

Kız Sanirabiyga kırk kızı yanına alarak ay yüzüyle göz kamaştırarak yola koyuldu. Kızların önünde Sanirabiyga'nın küçük erkek kardaşı Akılbayıs altı beyi peşine alarak bayrak direğine beyaz mendil bağlayıp, altın kocaya özel tatlılar koyup kalabalık halde gelmekte olan Kırgız oldusunun önünü kesti. Beyaz bayrağı ve dizili kızları gören, ordunun önünde yürüyen kulağı delik, gözü keskin Bakay "Durun", işareti verdikten sonra sallana sallana gelmekte olan askerler atlarını geri çektiler.

Bu sırada ordunun önüne Manas geldi.

Sanırabiyga kız altın elbiseleriyle naz yaparak Manas'ın önüne geldi. Tatlı tatlı gülüp kuş gibi öterek şöyle dedi:

"Bahadır, kızların nazına o kadar darılma! Yarınızın denemesine dayanamadan Tacik halkını suçlamanız nedir. Kavgayı başlatan benim ama dayanamayan siz oldunuz. Kavganın başı benim, ama gaddar siz oldunuz. Sadece kılıcın hanı olmasını değil, akılın da hanı olun. Yarinizi cezalandırın, ama, halka dokunmayın. Yağma edip neye erişecekseniz? Huyunuzu öğreneyim, derken hançerim elinizi çizdi, kabahat benden geçti. Genç başım uğrunuza hediyedir, bahadır. Düğümü efendice çözün, öfkenizi basın, bahadır."

Sanırabiyga kızın akıllıca söylediği söz ilaç gibi geldi, Bahadır Manas'ın buz gibi olan yüreği eriyip, sakinleşti kıza bir şey söylemeden durakaldı.

"Kabahat bizde, dediğiniz olsun, Bahadır Manas, han kızı Sanırabiyga kardeşimi kara Kırgız hanının nikahına verdik" dedi. Atemir'in kardeşi Abılkasım.

Yağmaya gelen askerlerin önünde Abılkasım beğ şöyle duyurdu:

"Millet! Yol verin, dünürler geliyorlar. Kara Kırgızın hanı Bahadır Manas, Atemir hanın kızı Sanırabiyga'nın ziyaretine geliyor. Adet gereğince Sanırabiyga'yı üç gün sonra göndereceğiz! Düğüne davet ediyoruz! Debdebeye davet ediyoruz!".

Atemir Han şimdi Tacik halkının âdetleriyle kızın kocaya vermek istedi. Hazinesini açtırdı. Cümbür cemaat sıraya durup ortadan kız ve damada yol açtı. Kızın ve damadın önüne Kırgızların getirdiği üç yüz deveye yüklenen kızıl altın sadaka olarak saçıldı. Bu yetmiyormuş gibi, Atemir hazinedeki yüz bin altını da Allah rızası için saçtı.
Atemir han Manas için su kenarına mahsus bir boz ev diktirdi, evin tüneğini altından yaptırdı, evi halıyla döşetti, kuş tüylerinden yapılan yastık getirtip, atlas, şayı kumaş, ipek yorganda altı yüz adedini tahtına koydu. Nikah hutbesi okutup kız ile damadı eve bıraktı. Beyaz çadırın yanına sırasıyla kırk ev dikildi. Karargahtaki kırk kız her biri birden ata binerek gelip atlarını direğe bağladıktan sonra herkes yerine göre evlerine yerleşti.

"Bahadır Manas alacağı kızı, yatacağı evi buldu. Biz kırk çorası dışarıda mı uyuyalım ha!" Sözde usta olan Serek eğlenceyi başlattı.

Atemir Sanırabiyga kızının kırk hizmetçisini Manas'ın kırk çorasına vermek istedi.

"Sözde usta, kız tavlama yeteneği olan kapıda kalmaz. Kızları kendi iradesine bırakacağım. Kıza yarayan yiğit ev sahibi olacak, bize damat olacaktır" dedi Atemir han.

Böyle bir manzarayı kim görmüştü ki, kırk çoranın davranışına bir bakın. Dünürbaşı olarak gelen Bakay otuz beş yaşında diğer yiğitler onlardan küçüktü. Çoralar bıyıklarını kıvırıp, yakışan elbiselerden giyinip, kemerlerin kuşanıp, hangi kız hangimizi seçer acaba diye kabarıp durdular.

Manas söz söyledi, söylerken de şöyle söyledi :

"Ey bahadırlar, söze geliniz! Kendinizi kızlara seçtireceğinize alana çıkalım, yarışalım, atımız hangi eve giderse, şansımıza hangi kız çıkarsa onu alalım. Güzel bir eğlence düzenleyelim!".

Manası'ın söylediğini kızlar da kabul ettiler, halk da doğru buldu.

Manas'ın idaresindeki kırk üç bahadır at seçmede zorluk çekti, sonunda yine kendi atlarını tercih ettiler. Epey bir mesafeye vardıktan sonra delikanlılar gibi çığlık atarak atlarını geri çektiler.

Şu eğlenceye bakın. Çığlık atan kırk yiğit münavebe ile tepinip, üstüste kamçı vurup, kendi atını kendi sürüp, birbirine bakmadan atlarına hiç acımadan tozu dumana katarak geliyordu.

Almambet'in Sarala atı önüne çıkıp ilk dikilen Aruuke'nin evine geldi. Bahadır Almambet nasıl bir kıza rastladım acaba diye boz eve girdi, gördü ki, çirkin, zenci gibi perişan bir kara kız oturuyordu. "Eyvah, şanssızlığıma bak, söz birdir, adeti bozmayayım" Almambet gönlünde böyle düşündükten sonra endişeyle evde otura kaldı. Baktı ki, Aruuke dua bilen, büyücü bir kız imiş, Almambet'i denemek için efsun okuyup görünüşünü değiştirmişti.

İkinci olarak, Bahadır Bakay miskin ama güzel kız Naarkül'ün evine Kökçoloğunu bağladı.

Kılavuz Sırgık kökkazığını koşturup, arkasında toz duman bırakıp güzel Siyagül'ün evine ulaştı. Ondan sonra Acıbay Karala atını kabilede benzeri bulunmayan Ulugat kızın evine çevirdi.

Dokuzuncu olarak gelen Çubak Seyilkan kızın evine yerleşti, koşturmaktan konuşacak hali kalmamıştı, kan ter içinde kalmıştı. Yirmi üçüncü olarak gelen Serek Narkızıl atını Talapbübü evine çevirdi. Kırk dördüncü olarak Ak-kula atıyla sallana sallana arslan Manas geldi.

Manas beyaz saraya ulaşınca önüne endamlı şık giyinen dünya güzeli Sanırabiyga çıktı.

"Bahadır atınız süper yürük imiş" Sanırabiyga gülerek vakit geçirmeden Manas'ın atının dizginini tuttu "Baktım ki, beyim sana rastlamışım, atından in bahadır."

Manas nazlanarak yürüyen Sanırabiyga kızın peşinden hazırlanın Ak Otağa girdi.

Ertesi gün düğün ziyafeti başladı. Sofralar bin türlü yemiş, tatlı, yemek ve şaraplarla doldu.


Düğünden memnun olmayan sadece Almambet idi, "Belalı kara kız nereden çıktı karşıma. Başkalarına güzel kızlar düştü" diye gönlü soğuyup kıza sırt çevirdi.

Aruuke'nin sırrını yalnız Sanırabıyga biliyordu. İğrenç kara kızı yanına çağırıp kulağına fısıldadı:

"Aruuke, Almambet hanı mahçup etme, Hakanın gözde adamıdır. Küçümsenecek biri değil. Çok önemli biri. Gönlüm Manas'ta ise, ona var. O bahadır Manas'tan eksik değil, yoksa Almambet beni alsın!"

Aruuke şöyle dedi:

"Ablacığım, diğer kızlar gibi kısmetime, bahtıma niye Kırgız çıkmıyor? Alnıma yazılmış gibi, o sersem huysuz Çinli nereden çıktı?"

Sanırabiyga kızdı.

"Öyle söyleme Almambet senin suratını görüp cahil zannediyordur. Gözünü aç, avucunda bakır değil, altın var. Farkını bil. Serseri Çinli diye gönlünü üzme! Almambet fazlasıyla güçlü biri!" dedi Sanirabiyga.

"Ablacığım, Aruuke nice yiğitler arasından seçe seçe sonunda Çin'den gelen cahile gitmiş diye halkım benimle alay etmez mi? Namusun için ona varmayacağım!"

Sanirabiyga suratı asık, ruhu sönen Almambet'in yanına vardı.

"Almambet ağabey, yanına gelen kara kızın durumunu anlatayım. O şöyle böyle bir kız değil, felaket bir kızdır. Altı yıldan beri yanımdadır. Kız doğuştan öyle zarif ve güzel ki, benden akılı, hepimizden bakımlıdır. Siyah gözlü, benzi kızıl, kaşı kara, ay yüzlüdür. Gerçeği söylersem, o sizden pek hoşlanmıyor. Bizi zorda bıraktı. Onu kendi haline bırakıp, tatlı sözlerle kendine alıştır, yavaş yavaş düzelir. Yaman kara kızan hoşlandım diye al. Öyle yapmazsan kaybedersin" dedi Sanırabıyga kız. .

Er Almambet söze uyarak Aruuke'ye gitti. Gidip gördü ki Almambet gözlerine inanamadı. Kara kıv evvelkinden de kararıp kazan kurumu gibi olmuştu, görünüşü insanı korkutuyordu.

Almambet toza bulanmış yüzü buz kesilen kızın yanında durmaya dayanamadı. Tekrar Manas'ın yanına vardı.

"Bahadır Manas, o kara kız ışıktan yaratılmışsa da, gökten inmişse de kadınlığa almayacağım. Bir belaya kalmak istemiyorum. Atım kazandı diye o kızı alırsam mutsuz olacağım. Beni küçümseyen kızı peri olsa bile almayacağım." Almambet ellerini silkerek atına binmeye kalktı.

Sanırabiyga kız bir boyunca uyumadan Aruuken ile konuşmasına rağmen ona söz geçiremedi.

Bunu öğrenen Er Manas çok kızdı.

"Hey, Atemir hanın kabahati bu. Kızları kızım diye, büyücü cadıları kadın diye toplayıp kandırıp kocaya vermesi nedir? Kızları yiğitlerimi sevmiyorsa, buradan gideceğim. Başka yerden bahadırları seven kızlar bulunur. Kadınlara muhtaç değiliz. Onlara kızlarından eksik olmayan kızlarımız var. Damadın yoldaşlarını sevmemesi damadı sevmemesidir. Kızları havalı olan yerin halkını kırıp geçeriz". Manas Sanırabiyga'yı tersleyerek giyinmeye başladı ve davul çalmaya hazırlandı.

Manas ile Almambet'in öfkelendiğini öğrenen Akbalta ve idaresindeki ihtiyarlar su kenarındaki beyaz çadıra geldiler. Manas'ı araya alarak teskin etmeye çalıştılar.

Atemir Han Sanırabiyga kızın hizmetçileriyle bir süre konuştu.

Aruuke çok akıllı bir kız idi, söz dinlerdi.

"Han başını atlayıp geçen başın nereye varacak. Halka kötülük göstereceğime kendim göreyim. Allahın emrettiği nikahtan kaçıp huzur bulmak mümkün mü" dedi Aruuke Almambet'e varmaya ikna olarak.

Aruuke dikelen evine girip efsun okuyup eski güzel kız haline dönüşmüştü. Şimdi Aruuke'nin güzelliğine yalnız Almambet değil, onu görenler bayıldılar.

Almambet ile mutsuz Aruuke yanyana durdukları zaman düğünün tadı çıkmaya başladı. Usta şarkıcılar Aruuke'nin güzelliğine imrenerek şarkı söylediler.

Taciklerin dansı oynandı, şarkısı söylendi. Manas'ın idaresindeki kırk üç çoraya nikah kıyıldı.

Büyük dünür Çıyırdı Hanım Atemir han ile hatununa döndü.

"Tanrımın nasibettiği padişah han dünürüm, akrabalarım! Kızınıza yakıştırıp ad veren baba anne sizsiniz. Şimdi Sanirabiyga bize gelin oldu. İzin verirseniz, oğlumun düğününde güzelce gelinimize kendi dilimize göre ad verelim ki, iki adı beraber kullanalım. Manas'ın karargahındaki hatun olma şerefine erdiği için "han anne" derecesini gösteren Kanıkey adını verelim.

" Bütün millet Çıyırdı'nın sözünü kabul gördü.

Narin belli, akıllı, nazlı, geniş alınlı, güzel gözlü, ince dişli, tatlı sözlü Kanikey şimdi Kırgız ihtiyarlarına eğilerek hürmet gösterdi.

İhtiyarlar yeni gelin için hayır dua ettiler.

Kanikey'in akıllılığı ve çalışkanlığı Tacikler ile Kırgızlar arasında duyuldu. Her şeyi önceden hazırlamıştı, topladığı çeyiz sadece kendi başına değil, hizmetçisi olan kırk kıza da yetti. Her hizmetçi kızın evini süsleyip onlara yine otuzdan şayı ipeki ve yorgan pay etti.

Manas ile Kanikey'in düğünü kırk gün sürdü. Halk eğlendi, gönlü açıldı, evli olanlar evine döndüler. Ayrıca Çıyırdı hanımın idaresindeki dokuzyüz kadın dönerler yanlarında kırk üç kadını da beraberinde götürdüler. Böylece renge renk katıldı, her şey mükemmel gitti.

Almambet'in darılarak Manas'a geldiğinden midir nedir, düşmanla beraber savaşan, düğünü beraber yapan, avı beraber avlayan Kırgıza akraba olan Aydarkan'ın oğlu Kökçö uzun süredir ne haberleşti, ne de mektuplaştı. Manas üzüldüğünü belli etmeden içinde sakladı. "Günah Kökçödedir, ordusuna dokunmadım, ya otlağını zaptetmedim, yahut yiğitlerini öldürmedin, niye darılsın ki. Başına iş geldiği gün gelir" diye içinden üzülüyordu.

Derken bir gün karargaha Kökçö'den haber geldi.

"Bahadır Manas, sözüme şahit, Er Kökçö'nün mühürü işte bu, yazdığı mektup da budur" dedi haberci.

Bahadır Kökçö mektubunda: "Altay'daki Kalmuklar yer kapmak için Kazakları kovuyorlar. Manas yardıma gel" diye yazmıştı.

Bahadır Manas Kökçö'nün yardım istediği için memnun oldu, akrabalık dostluktan da öte bir şey dedi. Manas zaten göbek kanının aktığı, çocukluk günlerini geçirdiği güzel Altay'ı özlüyordu. Tekrar gitmek istiyordu.

"Yiğitler, Altay'daki Kökçö'ye yardım edelim. Atlanınız. Bir hafta hazırlık yapıp hareket edeceğiz" dedi, Manas.

Atı soluk aldıktan sonra haberciyi erkenden atlandırdı.

"Sen gidedur, yolu biliyoruz, gidip Er Kökçö'ye söyle. Manas geliyor de, düşmana cesaretle dirensin."

İki ay sonra Bahadır Manas ordusuyla Er Kökçö'nün Altay'daki avuluna davul çalarak gelip indi. Görmüş geçirmiş tecrübeli Er Kökçö Bahadır Manas'ın önünde bozkurt yarışı ve eğlence düzenleyip ona buğday unundan yapılmış ekmek sunarak onu türküyle karşıladı. Kalmuklar Manas'a haber gittiğini öğrenince ürkerek, kavgayı bırakıp Kazaklarla çoktan barışmışlardı.

Almambet ile Kökçö, iki yiğit birbirlerini özlemişlerdi, gözlerinden yaş akıtıp sarılarak görüştüler. Savaşmaya düşman bulamayınca bahadırlar çiçeklerle örtünen Altay'da eğlenelim, keyfimize bakalım, avcılık yapalım, diye Torbagoy dağına geldiler. Yedi gün kartal avladılar, av köpekleriyle geyik kovaladılar, at yarışı yaptılar.

Bir kere Hakan Çin tarafından çıkan kervanı gördüler, en önde beyaz bayrak tutan yaşlı bir kervanbaşı vardı.


Bahadır Manas kervana yönelip hal hatır sordu. Yanaşarak gelip selam verince, Kalmukça cevap aldı.

"Kervan kimin?" diye sordu Manas.

"Üsön'ün" dedi beyaz sakallı yaşlı.

"Üsön kim, amca?" dedi Manas. Kalmukça konuşsanız da, Kalmuk gibi giyinmiş iseniz de Kırgızlara çok benziyorsunuz, sizin kökünüz nedir?

İhtiyar beyaz kalpak giyenleri görünce hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kalmuk ve Hıtay, Kırgız yenik düşürdüğünde bizi köle olarak götürmüşlerdi. Şimdi ise Altay'da Cakıp kardeşimin oğlu Manas'ın han olup Kırgız halkını kurtardığını duyup yurdumuza dönüyorduk.

Manas, ses çıkarmadan dinledi. Bakay, dayanamadı, bağırıp Üsön'e sarılarak düştü. Bakay ağlamasını kesinceye, aklını toparlayıncaya kadar, Üsön dede halka yalvardı.

"Kurbanınız olayım, siz kimsiniz, neredensiniz?"

Kırk yiğidin başı Kırgıl söze karıştı.

Yaratan bize lütfetmiş Üsön ağabey, kardeşleri birbirlerine kavuşturdu.

Şimdi de Üsön dede ağlamaya başladı, ne konuştuğu belli oluyor, ne de yalvarışı, ne de ağlayışını durdurabiliyordu. Kahraman Manas, Kalmuklardan yorgun gelen akrabalarını Kaynar-Su kenarına davet etti, kısrak kesip, misafir etti. Yetmiş dört yaşındaki Üsönün başından geçenleri dinledi.

Nogoy hanın oğlu Üsön yirmi dört yaşında Kalmuklara esir düşmüştü. Hanımı doğumda vefat etmiş, küçük yavrusuna Kökçögöz diye isim vermişti. Sonunda Kalmuktan kadın alıp, altı çocuk sahibi olmuştu. Közkaman'ın çocuklarının büyüğü ve akıllı olan Kökçögöz idi. Üsön adını Kalmukça Közkaman olarak değiştirmişti. Közkaman Manas'ın haberini duyup oğullarıyla anlaşıp göç etmişti.

Manas akrabalarımı buldum diye, müjde verdi babası Cakıp Han'a. Bahadır Manas Ala-Dağ'a döndükten sonra Kalmuktan gelen akrabalarının her birine boz ev diktirdi, binmesi için at hediye etti ve herkese çok değerli kürkler giydirdi, otuz kırk baş inek, koyun ve at verdi her birine.

Manas'ın zeki hanımı Kanıkey, onlardan şüphelendiğini söyledi yalnız kaldıklarında "Bahadırım, kadın olarak erkeğin işine karıştığım için kızma. Hissettiklerimi senden saklayamam, yeni gelen Közkaman akrabaların bizden uzakta büyüdü, şimdi gelip bize akraba çıkıyor. Böyleler saman altından su yürütürler, sözün kısası sana iyilik yapacak gibi değiller, dikkat et! Benim sözümü dinle. Bunları dağıt, birbirini bulamasınlar" dedi Kanıkey üzülerek.

"Daha yeni gelmiş akrabamı, bana düşürmeye mi çalışıyorsun? Zaten akrabam çok azdı, kadınlığın tutup kıskanıyorsun değil mi? Beni akrabam değil nefret besleyen düşmanım da yenemez. Kardeşi kardeşe düşürme ve böyle konuşma!" diye Kanıkey'e kızdı Manas. "Bundan sonra erkeklerin işine karışma".

Kanıkey sustu.

"Kadınlık etmişsem kusur bende Bahadır. Sonunda kendim pişman olmıyasın" dedi Kanıkey bahadırı teskin ederek.

Manas, akrabası Üsön'ün oğullarının gelişi münasebetiyle, halkı çağırdı, toy verdi. Gururuna dokunan akrabalarının kıyafetlerini, eski eşyalarını yakmalarını emretti. Kalmuk dinindeki âdetleri kaldırıp yerine Kara Kırgız âdetini geçirdi.

Manas'ın kahramanlığı avuldan avula, Altaydan Ala-Dağ'a, hanlardan padişahlara, dünyanın öbür ucuna kadar yayıldı. İnsanlar da, kuşlar da, canlılar da onun kahramanlığını takdir ediyorlardı.

Fakat Manas'ın şanını şöhretini Kalmuk'tan gelen akrabaları, Közkaman'ın oğulları kıskandı. Kanıkey'in dediği doğru çıktı, Kalmuktan gelen akrabalar toplandığında Manas'a razı olmayanlar:" Akraba diye geldik fakat bizim eşyamızı yaktı, oradan getirmiş olduğumuz eşyalarımızı yaktı. Sıcak yerlere hapis etti." Sonunda kimsenin haberi olmadan Manas'ı öldürmeye karar verdiler. Öldürürsek istediğimizi yaparız, diye birbirlerine kimseye söylemeyeceklerine dair söz verdiler.

Aralarında anlaşamayan, birbirinin sözünü dinlemeyen, kötü düşünen oğullarının bu hareketini hisseden, Üsön oğullarına nasihatta bulundu.

"Oğullarım, bakıyorum bir felakete hazırlık görüyorsunuz. Sizi ataların, babaların yerine binbir zorlukla sağ salim getirdim, farzımı yerine getirdim. Bundan sonra yolunuzdan şaşmayın, ona, kıskanıp, bir zarar vermeyin. Sözümü dinleyin. Sizi adam eden Manas, onun yerine beni öldürün. Manas size iyilikten başka şey yapmadı. Siz de isyan çıkarmadan onun bayrağı altında, hizmet edin". Üsön'ün uğursuz oğulları onu dinlemediler, tersine onunla alay ettiler.

"Senin Manas'ını öldüren mi var, geri zekalı, cahiller ne bilir ki, kardeşin oğullarından daha mı değerli? Git söyle." Gelir gelmez Manas'a yaranmaya mı başladın? Git tabanını yala. Manas'tan bizim hiçbir şeyimiz eksik değil. O dardak, yaramaz, akılsız, kara gücüne gücenen haylazdır. Kaba kuvvet, akıl ile ortadan kaldırabilir."

İhtiyar Üsön oğullarının kötü niyetini, saçmalıklarını işittikten sonra:

"Ben ölmek üzereyim, babanın sözünü dinlemeyen günah işler. Tanrının yazdığını nasıl olsa da bir gördüm" diye oğullarına beddua ederek evine döndü Üsön.

Oğulların en akıllsı Kökçögöz kardeşleri arasında bir anlaşma düzdü:

'İhtiyar ağlarsa ağlasın, bunu Manas'a söylemezse iyi olur. Kurumuş ihtiyarı keşke buradar gebertseydik. Bir de Kırgız oğluyuz. Kırgız hepimiz için aynıdır. Ölürsek bir mezarda yatacağız, yurda hakim olursak mal ve dünya bizim olacaktır. Kalmuklar ve Çinliler ile anlaşırız. Hadi o kabadayıyı bir an evvel gebertelim. Ben gidip durumu öğreneyim' dedi. Kökçögöz Manas'a doğru atlanarak.

Kökçögöz kötü niyetle Manas'ın karargahına vardı. "Kardeşim biz sıcağa alışamadık, mümkünse serin bir yer ver" dedi denemek maksadıyla.

Bahadır Manas toplantı yapıp, danışmanlarıyla danışarak Kalmuk'tan gelen akrabalarına dağı yüksek, yeri serin olan Kaşgar ile Andican'a yakın Sayan Caylak, Üç-su denen yeri ayırıp verdi. Közkamanlar At-başı tarafa çabucak taşındılar.

Bahadır Manas, danışmanlarıyla akıllıları toplayıp, uzun zamandır düşündüklerini söyledi.

"Ey millet! Geniş Kırgız topraklarının tam ortası Talas'tır. Geniş Talas'ı Almambet'i karşılarken görüp beğenmiştim. Tanrının verdiği güzel yer imiş. Han karargahını Talas'a taşıyalım. Göçmeyeceğim diyen burada kalsın, ıssız yere ekin eksin"

Toplananlar Manas'ın söylediklerini doğru buldular.

Bir hafta sonra Manas Talas'a taşındı. Ilgın ağacı yetişen Keng-Kol, etrafı dağlarla çevrili, tepelerinde otlayan dağ koyunları, geyik sürüsü olan, rişi kılgan, kır pelini stıpa otları sallanan, baldıranları bilek kadar olan sağlam, bereketli yer idi. Derede bulunan orman koyu söğütlerden oluşuyordu, dalları çınarın dallarına, kuşları da Altay'ın kuşlarına benziyordu.

Talas'a göç eden Kırgızlar şimdi ebedi ocağımız burası olacak diye Tanrı'ya yalvardılar, dağa çıkıp dua ettiler, kula kısrak kurban kestiler, beyaz çadır dikip, tünekten beyaz oğlak başını sarkıtıp salladılar, böylece âdetlerinin gereğini yerine getirdiler.

Hızırın himayesindeki Büyük Manas bahadır bir yıl boyunca karargahını, barikatlı kalesini yaptırdı, rahat huzur içinde yaşadı, kibirli bahadır canı sıkıldığı zaman kuş salıp, av avladı, karargahına bakıp oyun eğlenceyle yatıp bekledi.

Issız yerin kurdu olan Kökçögöz kötü niyetini açığa çıkarıp kardeşlerine hilesini anlattı.

"Manas'ı savaşarak yenemeyiz. Ona zehir vererek onu hileyle öldürelim" dedi Kökçögöz. O Kaşgar'a ve Kalm'a gizlice adam gönderip hayvan ve servet karşılığında zehir alıp getirtti.

'Manas'ı konağa çağırıp, içeceğine zehir koyup gebertelim. Ondan sonra han karargahında kim ne yapacak, hangi kadını alacak, ne kadar servet alacak, hepsini şimdiden söyleyin, sonra birbirimizi itip kakışmayalım' dedi Kökçögöz.


Közkaman'ın küstah oğulları Manas'ın Ak-kulasını, han hazinesini, kadınlarını, servetini kapışmak için birbirlerinin yakalarına asılıp yumruklaşmaya başladılar. Kökçögöz kavgayı zor yatıştırdı.

"Hey aptallar, önce Manas'ı öldürelim de sonra servetini tartışalım" dedi Kökçögöz.

Kökçögöz ertesi gün Manas'ı kırk çorasıyla birlikte davet edip adam gönderdi.

Sıcak yaz günlerinin birinde Manas'ın karargahına akrabası Kökçögöz'den adam geldi.

"Bahadır, Kökçögöz, ağanız, Manas kardeşime haber verin, akrabasının kapısını, yaylasını görsün diye bizi gönderdi."

Temiz, saf dürüst olan Manas akrabasına misafir olup, iltifatını görüp gönlünü açmak için hazırlandı.

Bahadır Manas kırk çorasıyla birlikte dinlenmeden yol yürüyüp Çeç-Döbö ovasındaki özel olarak dikilen beyaz çadıra geldi, akrabalarıyla haşır neşir olup görüştü.

Üsön oğullarını kötü niyetini sezip Manas'ı zehirlemesinden kuşkulanıp zehire karşı otlardan yaptığı ilacı gizlice kımıza katıp bahadırın önüne getirdi. Uzun yol yürümüş ve susamış misafirelere ot kattığı kımızı içirdi.

Ertesi gün Közkaman Manas'ı çoralarıyla birlikte evine çağırıp misafir etti.

Çoraların içinden Sırgak, Serek tan atmadan geyik avlamaya gitmişti. Kalan çoralar, bahadır Manas'la birlikte Közkaman'a misafir oldular.

Közkaman misafirleri ağırlamak için hiçbir şeyini esirgemeden hazırlık yapmıştı. On iki kulaç sofra türlü türlü yemeklerle dolduruldu. Kalmuk ve Çin yemekleri çoktu, kımız, boza, şarap yetip aşıyordu. Kırk çora silahlarını çıkarmış keyifle hiçbir şeyden habersiz oturuyordu.

Çoralardan Baymak ile Bozuul atlarını otlatmaya götürürlerken karşısından Mengdibay çıkıp fısıldayarak "yemekleri yemeyin, zehir koydu" deyip yanlarından geçti. Sabahtan beri çoralar bunun doğru olup olmadığın bilemediler, ya da Manas'a söylemeye cesaret edemediler, kendileri kımız, boza içiyor gibi gözüküp saklandılar.

Bahadır Manas ve kırk çora içtikçe susayıp, bozayı, şarabı ve kımız karıştırıp içtiler, içleri yanıp gözleri karardı. Başları dönüp, şuurları gitti, dilleri tutulup bayıldılar.

Baymat ile Bozuul bir ara evden sendeleyerek çıktılar. Şuurlarını kaybederek ağlın bir tarafındaki atlarının yanına ulaşır ulaşmaz düştüler. Gerçekte ise iki çoro iyi idi, Közkaman'ın yiğitlerinin kuşkulanmaması için mahsus böyle yapmışlardı.

Kurnaz Közkaman kardeşlerini Baymat ile Bozuul'un bulunduğu yere çağırıp danıştı.

"Yetişiniz kardeşlerim, tamamını ortadan kaldırdık. Hepsi zehirlendi. Bu gece hepsi ölecek. Manas da ölecek. Kalanlarını koyun gibi boğazlayıp gebertelim" diyerek üzerlerini silkeleyerek kalktılar.

Bozuul, akşama doğru beyaz eve gizlice bakıp kırk yiğidin bitkin halde uzanıp yattığını gördü. Sadece Bahadır Manas bitkin bir halde sağa solo sallanıyordu, hareketlerini kontrol edemiyordu, gözü karardığı, başı döndüğü için çok zor oturabildi.

Kökçögöz eline kılıç alıp, Manas'ın üzerine atıldıysa da arkasına dolanıp, bir türlü yaklaşamıyordu. Üsön'ün yarı sarhoş oğullarının bazıları bu sırada Manas'ın lehine elinde olmayan altınları kapışmak için söz dinlemeden, ikiye ayrıldılar, ikişer ikişer tutuşup yumruklaştılar, her şeyi altüst edip birbirlerini sürükleyerek evden çıktılar.

Epeydir bir kenarda gizlice bakaduran Bozuul, çabucak eve girip:

"Yapma Bahadır Manas. Aç gözünü, burada bakıp durulur mu, burada ölünür mü" diye kulağına bağırıp, çaydanlıktaki suyu yüzüne serpti, elinden tutup yardım etti.

Şarhoş yatan Manas Bozuul'un sözünü işittikten sonra kendine gelip etrafına bakındı. Bitkin düşen çoralarını görüp kuvvetini toplayarak yerinden kalktı. Bozuul, bahadırı koltuklayarak kimseye sezdirmeden atları yanına götürdü. Baymat'ın hazırladığı ata Manas'ı bindirdi, Ak-kula, sevgili sahibini görünce kişneyiverdi.

Oynayıp duran atı gören Kökçögöz bağırdı:

"Hey köpekler! Hepinizi cin çarpmış, Manas ata binip gitmiyor mu! Eyvah, öldünüz! Manas sizi gebertecek! Takibedin!".

Kökçögöz Manas'ın boz evde kalan yay ile okunu alıp üzerine ok yağdırdı ve Manas'ın peşinden gitti.

Manas at üzerinde eskisi gibi oturamadığı için nehrin kıyısına geldiğinde oturalkaldı. Kökçögöz arkasından yetişip geldi.

Bahadır Manas hemen yerinden kalkıp Kökçögöz'den kaçtığına üzülüp Tanrıya yalvardı.

Bahadır Manas atına binerek kaçıp taşlı kayalı dar bir yola girerken Kökçögöz yayı Bahadıra attı.

Manas atıyla beraber yuvarlanarak büyük bir ardıç ağacının üzerine düştü.

Kökçögöz ardıç ağacına varıp Manas'a bakmadan o baş belasını öldürdüm diye atının başını çevirdi.

Kökçögöz gelip baktı ki, avlu alt üst olmuştu. Manas'ın kırk çorasını yer mi yuttu. Yoksa kendilerine gelip kaçtılar mı, hiç izleri yoktu. Kimse onları görmemişti. Küçük kardeşleri kırk çorayı değil, servet kapışmakla uğraşıyorlardı.

"Hey, aptallar durun! Manas'ı öldürdüm. Şimdi birimize itaat ederek iş görelim. Hanlığı bana veriniz. Manas'ın tahtına oturup, kadınını alıp, atına binip, altın dayağını alayım. Her birinize istediğini vereceğim" dedi, huyu bozuk Kökçögöz göğsüne vurarak "yarlığımı dinleyin! Han kuralını, âdetlerini bozmıyalım. Yarın atlanıp karargaha varıp Kanıkey'e söyleyin, biran evvel cevabını alın. Bana geleceğim derse yedi ay siyah giyinip yas tutayım demeden şimdi gelsin. Gelmeyeceğim derse omuzunu delelim, iyice tuzlayalım".

Kökçögöz Manas'ın karargahına Mendibay ile Mazeke'yi gönderdi

Avlanmaya giden Sırgak ile Serek bir kula boyun geyiği takibettiler ama bir türlü avlanamıyorlardı. Her defasında attığı ok bir tarafa kaydı. Akşama kadar çok zahmetler çektiler. Bu geyik değil sanki bir belaydı. Ya da kendilerine gönderilen bir işaret mi olduğunu düşünerek yorgun bir halde Kökçögöz'ün avuluna geldiler.

Avul sanki kazılan karınca yuvası gibi altüst olmuştu. At sürülerini süren oğlan avul civarında olup bitenleri anlattı.

"Kökçögöz Manas'ı kırk çorasıyla birlikte öldürüldü. Avulunu han karargahına taşıyor." dedi çırak oğlan.

"Manas'ın cesedi nerede, biliyor musun?" diye sordu Sırgak gözü yaşlı ağlayarak.

"Kökçögöz, Manas bahadırı Kara-Dağ'ın içinde öldürmüş diyorlar. Cesedi kayada kalmış" dedi oğlan.

Sırgak ile Serek avula tek başlarına saldırmaya cesaret edemeden, Manas'ın durumunu öğrenelim, yaşıyorsa görelim ölmüşse cesedini bulup götürelim diye koşturdular.

Toprağı oya oya basan Ak-kula'nın izi taşa bassa da belli olurdu. İki çora izi takibederek dağ geçidindeki dar yola gelerek durakaldılar. Ak-kula'nın izi buradan öteye gitmemişti, taşta kan damlası vardı. Kayanın üstünden eğilip dikkatle baktılar ki ev kadar büyük bir ardıç ağacının üzerinde Manas rengi beyaz kesilerek yatıyordu, yanında Ak-kula başını eğip duruyordu.

İki yiğit atlarını bırakıp dağdan aşağıya yuvarlanan taş gibi telaşle, Manas'a ulaştılar.

Bahadır Manas çok kan kaybetmişti, yay oku omuzundan girip, akciğerinin üst tarafına saplanmıştı. Bahadırın ölmemesini sağlayan gök ardıç ağacı idi.

İki çora Manas'a su verdiler, yarasına ilaç sürerek ayılttılar.

"Bana ne oldu?" dedi ayılan Manas gözlerini açarak Sırgak'a bakıp:

"Bahadır, öğrendiğime göre Kökçögöz kımız, bozaya zehir koymuş, kendine gelip kaçtığında peşinden takibeden Kökçögöz kendi oku ile beni vurmuş, dedi Sırgak."

"Ey Bahadır" dedi, sözden geri kalmayan Serek "Nefis insanı bu yollara düşürür. Siz şarabı değil, şarap sizi içmiştir. Tırnak kadar bir ok değse güvercin gibi yatakalmışsın, başını kaldır, bahadır".

Bahadır Manas üzüldü.

"Vay anasını, yalan dünya! Ya at üzerinde savaşta, ya dövüşüp okla ölmeden nefis yüzünden kötü akrabaların zehirinden kötü adla ölseydim halk ne derdi. Düşmanlar ne sevinirdi. Manas korkunç sahrada iki gün boyunca döşek üstünde başını eyere koyarak yattı, aklına bin türlü hayal geldi, yarası iyileşmedi, iki çorasının bakımıyla inleyip yattı.

Manas gözünü açmış yatıyordu, bir anda ağaçlar hışıldadı. Çırpınan ve uluyan birinin sesi duyuldu. Bahadır Manas'ın sekiz yaşındayken rastladığı ve uzun zamandan beri can yoldaş olduğu kırklar sanki hayvanları sürerek geliyor gibiydiler, arslanlar, parslar ayılar acılar içinde yatan Manas'ın yanına gelip her biri bahadıra bir ilaç sundular.

İçmesini beklediler.

Manas onların verdikleri ilaçları içtikten sonra gözlerini faltaşı gibi açtı, tamamen iyileşti ve ağrısı da kesildi yerinden fırlayarak kalktı, eskisi gibi oldu.

Manas iki çorasını şöyle dedi:

"Bahadırlar, beni kırklarım iyileştirdi. Şimdi kırk çoranın haberini alalım. Sonra halka varalım" onlar atlarına binip her yere baktılar. Rastladıklarından soruşturup kırk çorayı aramaya koyuldular.

Kökçögöz, Manas'ın karargahında Kanıkey'den cevap almaya giden yiğitlerini bekledi. Yiğitleri perişan bir halde döndüler. Kalçasına hançer yiyen Mengdibay feryat ederek:

"Bahadır Kanikey'e varıp 'Manas öldürüldü, hanlık mevkini yad adamlara kaptırmayacağım. Kardeşimin yerine ben han olarak alacağım, dul kalan kadınını kendime alacağım, yas bitinceye kadar bekleyemem" diye bizi Kökçögöz han gönderdi, açıkça cevabını ver diye Kanıkey'e söyledik. Öfkeli kadın Kanıkey: "Kötü rüya görmüştüm. Demek bunu görmüşüm. Kökçögöz'e gitmeyeceğim, ondan göreceğimi Tanrıdan göreyim, o zamana kadar senin gibi bir kurnazı Manas'ın ruhu için geberteyim diye hançeri kalçama sapladı" dedi Mengdibay ağlayarak.

Kökçögöz Manas'ın karargahına saldırıp, han sarayını yağmalamak, halkını aç ve çıplak bırakıp zulmetmek, ondan sonra Kanıkey'le evlenip tahta oturmak istedi. Kökçögöz avulunu Talas'a taşıdıktan sonra, Manas'ın karargahına askerleriyle beraber geldi.

Karargahtaki halk ne kımıldadı, ne de telaş gösterdi. Halk Manas'ın öldüğüne inanmadı.

"Bahadır Manas'ı hangi düşman gizlice gelip öldürebilir ki. Nasıl olur da kırk çorasının biri dahi sağ kalmaz!" sağ kalan varsa bizi bulur, bize haber verir! Dedi halkın çoğu şaşırarak.

Buna sinirlenen Kökçögöz, han karargahının malını yağmalatıp Manas'ın mülküne el uzattı. Üsön'ün sözünü dinlemedi, aksine babasına sinirlenip onu azarladı.

Kökçögöz, Ceti-Tör'deki Kanıkey'e adam gönderip "benimle evlensin, cevabını açıkca versin, yoksa iki karargahını yakarım" dedi.

Çaresiz kalan Kanıkey rüyasını yorup Manas bir boz koçun belini kırmış, ufak kızıl bir taşla koçu öldürmüştü diyerek "yetmiş gün sonra Kökçögöz alacağım derse kabul ederim" diye süreyi uzattı. O zamana kadar Manas'ın durumunu öğrenirim, bahadır yeryüzünde sağ ise haber ulaşır diye umutlanıp aracıyı geri gönderdi.

Kanıkey'in ileri sürdüğü şartı Kökçögöz kabul etmedi. Çünkü güçlüydü, kuvvetliydi.

Kökçögöz askerleriyle Manas'ın karargahını bastı, karargahtaki Çıyırdı'yı beyaz çadırından kovup ona buzağı besletti. Söz dinlemeyen Kanikey'i zorla karargaha getirtip ona gündüz koyun güttürdü, gece ona ağılda gecelemeye zorladı. Manas'ın iki kadınına Karabök ve Akılav'a saldırdı.

Halk aciz kaldı.

Manas kırk çorayı bulmak için dolaşmadığı yer, gitmediği dağ kalmadı. Sonunda arayıp tarayıp onları ormanın civarındaki iki çınarın gözünden buldu. Kırk çora yarı uyku halinde bitkin yatıyordu. Bahadır Manas onlara su içirip, ilaç verdi, geyik eti yedirerek onları ayılttı. Aslında, Közkaman'ın oğulları birbirlerine girdikleri zaman hasiyetli kırklar kırk dua ile bir günlük uzaktaki bir yere atlarıyla beraber uçurup bırakmışlardı. Akılları başlarına gelip bir çok bahadır Manas'ı görünce birbirlerine sarılıp ağlaştılar.

Kırk çoranın atları, Ak Kula'nın kişnemesini işitince onun kokusunu alıp her taraftan çıka geldiler.

Bahadır Manas kırk çorasını bulduğuna sevinip sevinçten taşları parçalayıp, biran evvel halka ulaşayım diye atının dizginini serbest bıraktı. Durup dinlenmeden doğruca Talas'a girdi.

Talas'a vardığı zaman Kökçögöz'ün kendi hazinesini, malını mülkünü, kadınlarını kardeşleri aralarında yaplaştırdığını öğrendi:

Bahadır Manas çoralarıyla beraber Kanıkey'in beyaz çadırını bularak önce avulun baş tarafına yerleşti.

Kanıkey gözyaşlarını yağmur gibi dökerek bahadıra çektiği eziyetleri anlattı. Öyle bir ağlıyordu ki, buna insan dayanamazdı.

"Altın başın kut olsun bahadır!"

"Başına felaket gelmesin! Tanrı korusun bahadır" Halk sevinçle Manas'ın sağ dönüşünü kutladı, beyaz çadıra akın etti.

Bahadır Manas Kanikey'in ve halkın derdine dinledi. Sonra Kökçögöz'ün evini yok etti.

"Manas kırk çorasıyla avula geldi, evine yerleşti" denen haberini duyan Közkaman'ın oğulları birbirlerini bıçaklayarak yok olup gittiler.

Bunların halini gören veya duyan halk Tanrı böylesini kimseye göstermesin diye dilekte bulundular.

"Tanrım adaletle kendisi cezalandırdı"

"Niyeti kötü olanın sonu böyle bitecektir."

"Akraba laftadır, kötü akrabadan iyi komşu yeğdir."

Bahadır Manas danışmanlarını ve yakın akrabalarını çağırıp Közkaman'ın oğullarının defin işleri hakkında onlara akıl danıştı.

"Akrabalırımın davranışı gözümü açtı. Bu olay kulağıma küpe ve hayatım boyunca unutamıyacağım bir ders oldu. İyi insan niyetini bozmaz, dünyada akılsız köpekler birleşemezler. Bunlara kılıç kaldırıp elimizi kana bulaştırmadık. Mert yaşar, köpek ölür! Bunları toprağa vermek bizim görevimiz, kardeşler" dedi Manas.

Bütün millet toplandı ve söylenenleri doğru buldular. Uzak bir yerde derin bir çukur kazıldı. Közkaman'ın oğullarının cesetleri, silahları, atları, aletleri, giysileri ve servetleriyle oraya getirildi. Üzerlerine Talas'ın ormanında toplanmış kuru ağaçlar konularak yakıldı. Ateş söndükten sonra üzerini toprakla kapıtıp sonra da taşla örttüler.

Manas kırk çorasına akıl danıştıktan sonra, Tanrıya dua edip ak boz kısrağı kurban kesti. Kanıkey adetlere göre Manas'ın eski giysilerini yoksul ve zavallı kimselere dağıttı.

"Bundan sonra kötülük gelmesin! Halkın başından felaket bununla beraber gitsin!" derviş ve bahşılar ellerindeki davulu çalıp, sıçradılar, ağılın kenarında yırtık elbiselerden kirli ve eski keçeden haydut şekli yaparak ardıç ağacıyla yaktılar, çoluk çocuğa ateşten atlattılar, beyaz çadır ardıç dumanıyla tütsülediler.


KÖKÖTÖY HAN'IN AŞI

Tekkeye benzeyen Taşkent'te Türk kabilelerini yöneten Canadil'in oğlu kökötöy sadece Kırgızlar arasında değil, Tacik, Oogan, Araplar arasında da, dahası bütün dünyada ünlüydü, akıllı ve sevilen gözde bir adam idi. Aç Kırgızın dayanacak dağı idi, düşmanına ok idi. Saldırdığını canlı bırakmayan atmaca idi, gerçek hazine de o idi. Enenmiş deveye havut vurup yük yükler, at koşturup dünyayı dolaşırdı. Büyük servet sahibi idi. kökötöy'ün serveti ilkbahardaki otlar gibi büyümüş, çoğalmıştı. Gök nasıl yıldızlarla zengin idiyse, yer yüzünde de kökötöy öyle zengindi. Onun Alay'da yüz bin, Kara-kulca'da yüz bin sarı başlı koyunu, iki yüz bin devesi vardı. Ambarında biriktirdiği paraları dağ gibi olmuştu. kökötöy'ün altın hazinesinde altın dolu kırk adet demir sandığı olup, onların yüz dili dokuz anahtarı vardı. Bu sandıklarda iki duvar olabilecek kadar gümüş, zümrüt mercan gerdanlık, kızıl altın, beyaz gümüş sebikesi, daha pek çok mücevher saklanıyordu.

kökötöy seksen dört yaşına gelene kadar pekçok kez evlendi, bu yönden bir derdi yoktu. Evlendiği kadınlardan on bir kızı ve Bokmurun adında yalnız bir oğlu olmuştu. Bir oğluna nazar değmesin diye kimsenin dikkatini çekmeyen nahoş bir ad verdi. Başkalarının eski giysilerini getirip ona giydirdi, avul reisi olduğu halde oğluna ateş istetti, böylece oğlunu nazardan uzak tutarak büyüttü. Şimdi beş yaşına girip olgunluk çağına ermiş olan Bokmurun çevik, olgun ve akıllı bir adam olmuştu. Oogan'ın zenginin kızıyla nişanlanmak için gittiği günden beri yaklaşık üç aydır kendisinden hiç haber alınamadı.


O günlerde üzüntülerin ardı ardına gelmesi yüzünden ihtiyar kökötöy cidden hastalandı. Ecelinin geldiğini sezen akıllı kökötöy f'ni dünyadan giderken Kırgızların ağası, kendisiyle yaşıt, söz bilir Bay'ın oğlu Baymırza'yı yanına alıp çok sevdiği beş kadınını da yanına oturtup vasiyetini söyledi.

"Baymırzam, sözümü dikkatlice dinle, vasiyetimi dinlemeyen, iyiliği görmeyen oğluma ve bütün halkıma sözümü eksiksiz ilet. Görecek günüm, içecek suyum bitti. Hepimizden razıyım. Ben öldükten sonra oğlum zarar görmesin. Malı mülkü saçıp savurmasın, gelin kızın düğünündeki gibi, kocakarı aşında olduğu gibi üç inek kesip mütevazi şekilde gömsün. Dünyaya kökötöy öldü diye haber vermesin, düşmana toprakları çiğnetmesin, halkı telaşlandırmasın. Kardeşim Manas ile danışsın. Emanet sözüm budur..." kökötöy vasiyetini söyleyip bitirdi. Ağzından gök rengi duman çıktı ve gözünün nûru sönerek dünyadan göç etti.

kökötöy bayın çadırında, Iraman'ın Irçı oğlu, halk adetine göre kopuzun eline alıp kökötöy bayın ölümüne, ilk olarak sağu söyledi.

"İşte bu yalan dünya, kimlere vefa etti? Ne yapmadı bu yalan, başı sağlam, kökü viran dünya? Altın başlı han da geçti, arslan yürekli er de geçti gitti. Yüce Tanrı kulak gökteki kuşlara acıyıp, söz ustası kökötöy'ü mü götürdün? Yalan dünya, yalan dünya! Bağrı derin kara yer olan dünya, sen kimlere acıdın? Kuş dilinden anlayan, halkın başında öten Köketöy'ü niye götürdün! Ah bu f'ni dünya, Tanrının hükmüne hiçbir çare k'r etmez, o hüküm her bendeye mutlaka bir kez gelir..."

kökötöy hanın arkasında, hayattayken birer birer biriktirip topladığı Ceti-Su dolusu kadar vefasız mal, biricik oğlu ve yedi ev dolusu altın ile gümüş kaldı.

kökötöy'ün oğlu Bokmurun Tülkü bayın kızı Kanışay'ı alıp geldiğinde babası ölmüştü. Babasının vasiyetini dinleyemediğine üzülen Bokmurun ağlayarak suya salınan çubuk gibi büküldü, acı acı hıçkırdı.

Talihsiz yeni gelin, beyaz eşarbını başına koymadan ay yüzü yaşla ıslandı, gönlü karardı. Bunu farkeden kadınlar "Gelinin ayağından, çobanın dayağından" diye laf çıkardılar.

Baymırza Bokmurun'u yanına çağırıp dostunun can çekişirken söylediği vasiyetini ona anlattı:

"Rahmetli candostum 'Oğlum Bokmurun Manas'a gitsin, danışsın' diye buyurdu" Baymırza dostunun emanet sözünü ilettikten sonra rahatladı.

Bokmurun babasının Maaniker denen tulpar atına binip, kimseye söylemeden Talas'taki Manas'a doğru akşamleyin yola koyuldu. Manas, Altay'dan göç edip Ala Dağ'a birazcık hayvanı ve dağınık halkıyla geldiği zaman karşısına çıkıp, sungur, boz at ve çok sayıda hayvan hediye eden, yetecek kadar yer veren, düşmanın beraber kovulmasına yardım eden kökötöy idi. Manas, kökötöy'den çok iyilik görmüştü, hayatını ona borçlu idi.

kökötöy'ün, Maaniker isimli atı Kambar Ata'dan kalmıştı. Maaniker'in görünüşü diğer hayvanlardan farklıydı, cinsti, dayanıklıydı, aşırı sıcakta su içmeden kırk gün koşabilirdi, sivri kulaklıydı, koştukça hızlanır, rüzgarı, geride bırakır, önüne hiçbir şey geçemezdi, yürük at gibiydi. Gözlerine kahkülden perçem konulmuştu, yeryüzünde, hayvanlar arasında böylesi bulunmazdı. Maaniker Bokmurun'u ok hızıyla Talas'a ulaştırdı.

"Bahadır, babam ölürse ölsün, babamı gören ölmesin derler ya. Babam vasiyetinde beni layıkıyla gömün, aşımı güzelce verin demiş. Sizinle danışmamı söylemiş. Babam gömülmek üzere kaldı. Şımarıklık yapıp halkın değerini bilmemişim. Çaresiz, akıl sormak için size geldim, bahadır" dedi Bokmurun Manas'ın karşısında ağlayarak.

"Lanet olsun, şu Taşkent'te, Semerkant'ta akıl danışacak büyükler kalmamış mı? Adetleri bilen ihtiyarlar, akıllılar bir gence nasihat vermiyorlar mı?" dedi Manas kızarak "Seni Kırgızların sarık gibi kuvvetli bir yiğidi diye düşünüyordum, aslında kof bir şeymissin sen. kökötöy gibi babam ölmüşse "kökötöy babam öldü, Manas'a haber verin, gelip toprağa versin" diye yiğitlerini göndersen düşmana sır vermesen olmaz mıydı? Hızır gibi rahmetli kökötöy babamdan iyi insan yok idi. Gitmek borcumdur."


Bokmurun önüne bakıp durdu, incinmişti.

"Olan olmuştur. Şimdi geri dön, Han babanın bayrağını devral. Mübarek naaşını yıkayıp debdebe ile göm. Han babam öldü diye millete haber ver. Kimseye açık vermeden hükmünü söyleyip bana haber ver." Manas gelmezse öcümü alacağım diye gözdağı ver. Ben buna darılmam. Ne dersen de, başında bir kötülük vardır. kökötöy'ün oğlunun Kırgızlara söylemesi gerekirdi. kökötöy'ü usulen gömüp işi hallettiler diye laf çıkarılmasın. Sonrakilere örnek olsun, arkanda iyi söz kalsın. Babandan bunları esirgeme, naaşı kırk gün tut Mal mülk bulunur."

Bokmurun bütün gece yol yürüyerek evine ulaştı. Onun Manas'a gittiğini kimse bilmedi.

Bokmurun kaleden uzak bir yere özenle bir ak otağ dikti. Babasının naaşını kokulu otlar ve ardıç ağacıyla örtüp koydu. kökötöy'ün kızın sancağını otuz beş kulaç uzunluktaki direğe bağlayıp tünekten çıkardı. Halkın geleceği tarafa çapraz ber ev diktirerek sokak yaptırdı. Epey uzak bir yerden gelip ağlamaya başlayan kişilerin başlarına siyah bağlattı. Onları sıraya dizdi.

Bokmurun babamın mezarına toprak atsınlar diye sırasıyla Kırgızlara, el ayak olarak yaşayan Kazaklara, avuldaş Noygutlara, özel olarak Bahadır Manas'a, Er Kökçö'ye ve bütün Türklere haber verdi.

Başına beyaz örtü örterek, yürük atlarının kuyruklarını bağlayıp altın elbise giymiş seyislere Bokmurun emretti.

"Manas Han'a bildirin! kökötöy babamın mezarına toprak atsın. Gelip hizmet etsin. Gelmezse öcümü alacağım."

Toplanan halkın çoğu Bokmurun'u beğendi. "Babası öldükten sonra aklını buldu, sözü yerindedir. Manas'a gözdağı vermesi yiğitliktir." Diye hürmetle sözünü dinlediler.

Otuz altı gün sonra Bahadır Manas, seksen bin adamıyla birlikte kızıl sancaklı çadıra, at üzerinden ağlayarak geldi. Otuz bin yoldaşıyla Erkökçö de geldi.

Bokmurun, eline sopa alarak ağlamakta olan on altı bin oğlanın arasında sağu söyleyip üzüntüsünü ifade ediyordu.

Rahat içinde yaşayan, halk arasında sayılan ve sevilen ihtiyar kökötöy'e halkın tümü baş eğerek gözyaşı döktü.

Bey oğlu Bokmurun, naaşını toprağa vermek için gelen halk içindeki öksüzlere, fakirlere evcil hayvanlardan sadaka dağıttı, hazinesinden altın gümüş saçtırdı, kalabalığın tamamına türlü yemekler yedirdi.

kökötöy Baya, saygı göstermek için gelen halkın çokluğu şundan belli ki kabire atılan toprak dağ gibi yükseldi.

Eline kuş konduran, kemer kuşanan aksakallının resiminin çizildiği kayaya şöyle yazıldı:

"Üzerinde elbisesi, yiyecek aşı olmayan halkı topladım, birleştirdim, halk yaptım, dertsiz kıldım. Nice yıllar parolamı, adil törelerimi mukaddes bildim. Yufkayı, azı toplamak kolaydır, inceyi koparmak kolaydır. Yufka kalın olursa toplandığı zaman kuvvetli olur. İnce yoğun olursa koparmak zordur. Bahadırın bin, başın bir olsun. Bunu işit, hatırla halkım!"

kökötöy Bayın aşı, Kırgızların ileri gelenlerince verildi, diğer halklar gittikten sonra Bokmurun yakınlarını toplayıp Tanrı adına aş vermek için sohbet kurdu.

"Üç yıl sonra babam için dünyaya duyulacak bir aş vereceğim. Babamın aşına atının ayağının değdiği yerlerdeki halkın tümünü çağıracağım. Hazırlık görün ağa kardeşler!" dedi Bokmurun.

Kırgızlar kökötöy Bayın aşına hep beraber hazırlık yapmaya giriştiler.

Üç yıl olduğu zaman, hazırlıkları bittiğinde Bokmurun han kalesine kökötöy Bayın gök sancağını uzun direğe geçirip, her yere beyaz çadır diktirdi.

Bokmurun akrabalarını, Katagan'dan Koşoy'u, Kazaklardan Kökçö'yü, Ooganlardan Akun'u, ayrıca akıla akıl katacak bilgiçleri yanına çağırdı, Bokmurun halkın büyüğü olan Koşoy'a bakarak şöyle dedi:

"Ağalarım, kardeşlerim, kız almaya gidip babamın vasiyetini kendi ağzından işitemediğim için içim yanıyor. Şimdi babamın Baymırza amcama söylediği vasiyetini yerine getireyim. Merhum babamın hayvanlarını, mal ve servetini esirgemeyim. Üç yıl boyunca her türlü serveti topladım. Dünyaya duyulacak şeklide aş vereyim. Kırgızların adetini dünyaya göstereyim, at keseyim, pehlivan güreşi, yiğit yarışı, kel vuruşması yaptırayam, deve çözme, gümüş sebikesi atma oyunlarını düzenleyim. Buna ne dersiniz?".

Toplantıyı yöneten Koşoy sakalını sıvazlayarak güldü.

"Bunları yaparsan farzını yerine getirmiş olursun, babanın ruhu ş'd olur. Bu kadar hazırlık yapmışsın, dediğini yap."

"Koşoy amca akıl verin. Aşı nasıl verelim? Atı nasıl keselim? Debdebesini nasıl yapalım?" dedi gök yeleli oğul Bokmurun, "davet edeceğim konuklar Taşkent'e sığmazlar. Koşoş amca buna ne dersiniz? Aş verilecek yeri siz seçin. Aş törenini siz yönetin."

"kökötöyciğimle kuşun iki kandı gibiydik, bir kanadım kırıldı. Yiğidimin naaşını toprağa verdim, şimdi büyük aşına da kendim yöneteyim." dedi ihtiyar Koşoş teklifi kabul ederek. .

Toplantıdakiler tartışa tartışa sonunda eğlence düzünlemeye, at yarışı yapmaya elverişli yer olarak Koşoş teklifi kabul ederek.

Toplantıdakiler tartışa tartışa sonunda eğlence düzenlemeye, at yarışı yapmaya elverişli yer olarak Koşoy'un seçtiği geniş Karkıra'yı beğendiler.

Yaz sıcağı bastırdığında, hayvanlar semirip etle dolduğunda, sonbahar günleri geldiğinde Bokmurun çeşitli yerlere önceden haber gönderip Kazak ve Kırgızlardan üç yüz bin boz ev toplattı, yüz elli bin halkı seferber edip yeryüzünün toz duman ederek Karkıra'ya göç ettiler.

Göçün başında bulunan yurt büyüğü Er Koşoş hayvanlar bitkin düşmesin diye her on günde bir ara verip yavaş gitmeyi yeğledi. Altın nakışlı gök bayrağı taşıyan kalabalık göçün başına ve ayağına göz ulaşmıyordu, önü ve arkası üç günlük mesafeye kadar uzamıştı. Göçün başında kırmızı renkli elbise giyinen, yorga (at) ya binen gelinler, kızlar üzerine kırmızı kilim örtülen horgüçlü develeri ipekten yapılmış iple çeke, hanımlar, patırtıyla at süren yiğitler Karkıra'ya kafile halinde gidiyorlardı. Üç yıl boyunca siyah giyinip, siyah başörtüsü örtüp, Ak otak'ta yas tutan kökötöy'ün sevdiği Ayımkan, Gülkanış, Külayım, Külcar, Aykanış adlı eşleri bağırarak sağu söyleyip girdiler. Altmış kadın da onlara katılarak karşılıklı şiir söylediler.

Bereketli Karkıra, dağları otla örtülen, havzası yayla, tepeler yayvan, suyu berrak, odunu bol, tozsuz dumansız, yeşillik, rişî kılgan, otu bol, çukuru filan olmayan, at yarışı yapılabilecek derecede düz, aş vermeyen elverişli bir yer idi. İhtiyar Koşoy amca nakışları altından olan sancağı göğe kaldırıp, Kerkabılan adlı yürük atına binip, altın tığlı baltasını beline bağlayıp, bir ay at üzerinden inmeden aş gamını yedi.

Bereketli Karkıra'ya otuz günde üç yüz bin boz ev dikildi. Ünlü hanların kalacağı boz evlerin dikildiği yer dize kadar kazılıp, sırıkları üstüste tutturuldu, gümüşle işlenmiş tündüğü daha gösterişli bir şekilde yapıldı, bir baştan öbür başa kadar ev dikildi, evin duvar çatıları beyaz çuha ile kaplandı. Sırıkların uçları ise kırmızı çuha ile sarıldı. Beyaz çadırın içine özenle ipek yorganlar üst üste katlanıp konuldu, arslan, ayı derisini keçe üstüne serdirtti, gelene heybetli gözüksün diye, kapının önüne arslan heykelini taştan yaptırttı, kapının iki tarafına konulan arslanlar bakanların hoşlarına giderdi.

Sadece verilecek yemeğin etini, odununu hazırlamaya, yer ayarlamaya hizmet etmesi için doksan bin yiğit görevlendirildi.

Bokmurun bilginlerinin en iyi olanlarıyla danışıp, babamın malını mülkünü azaltmayayım, toplamış olduklarını debdebesi için harcayım, dillere destan olsun. Bir asır unutulmayacak şekilde misafirleri davet için dört tarafa adam gönderildi.

Haber iletmede halk arasında Caş Aydardan iyisi yoktu. Kısa boylu Caş Aydar altmış çeşit dil bilen cana yakın, iyi-kötü söz söyleyene soğukkanlı akıllıca cevap verebilen, vatansever yiğit idi. Caş Aydar (cevşenli veya duvalı) cüppe giyip Maanikere biner, Bokmurun gibi gittiği yerde "Aşda at yarışı, er yarışı, güreş, her çeşit yarış oyun olacak, gelin marifetinizi gösterin, gelmeyenler Bokmurun'un bedduasına kalacak diyerek sözü göğsüne sıkı bağlayıp yola çıktı.

Eh Maaniker, atların arasından çıkan beyaz benekli, birbirine girmiş otun üstünde, bulutlu göğün altında uçan kuş ile yarışan, yaygara duysa şaşmayan, gürültü duyunca saklanan, ayın karanlığında bir izin üstüne tekrar basmayan, taşa basan maral gibiydi, üç ayda gidip geldi.

İki aydan sonra kökötöy'ün aşına misafirler gelmeye başladı. Her milletin hanına ve yiğitlerine ayrı ayrı çadırlar kurulmuştu.

Aşa ilk olarak gelenlerden Manas'ın babası Cakıp vardı, ardından Surkiyik denen atına binip, on üç gün yol yürüyüp dört bin asker alıp, yiğit Bağış geldi, aşa gelen giden çok olur, baban varken el tanı, atın varken yer tanı diye, oğlu Toltoyu da kendisiyle getirmişti. Ardından kökötöy'ün aşını hazırlayan, aşa saygıyla ve selamla geleceğim diye avuluna dönen Er Koşoy beyaz atına binerek geldi... Ondan sonra Kokan hanı Cügörü 12 bin askeriyle, ondan sonra da yine 12 bin askeriyle birlikte Ahun hanı geldi. Andıcan'dan kır sakallı Tınıç Beğ, Samarkand'tan Sancibeğ 10 bin askerle geldi. Kokan hanı Kozu Beğ, Margulan'dan Malabeğ, Altı Şaar'dan Alabeğ, Buhara hanı Temirhan olmak üzere dört han 20 bin askerle geldi.

lErtesi sabah erkenden davul sesiyle beraber Catkal denen yerden sivrilmiş sırlı mızrağını eline alan Telkazıl adlı atına binen, güreşte kimseye yenilmeyen, karşısına kimse çıkamayan, doksan erin gücüne denk derecede kuvvetli olan Muzburçak geldi. Noygut'tan Karaça boz ala atına binip 90 bin askeriyle birlikte Lop nehrinin kıyısından bu yana nice dağları ovaları aşarak geldi.

Tam öğlen vaktinde kutha tarafından çok dil bilen, sözünü tutan Eybit Han'ın oğlu Er Ürbü 6 bin askeriyle birlikte geldi. Sarı-Arşan'a yerleşin, atları cins, demirden zırh giyen, pirincini överek satan, kadınlarını kız diye öven Kazakların başı Kökçö kagala atına binerek, gök bayrağını dalgalatıp 40 bin askeriyle birlikte geldi. Gün boyunca geniş Karkıra atlarla doldu, halk karıncalar gibi kaynıyordu. Dünyanın dört tarafından gelen sayısı belli olmayan misafirler, adı sanı ve nereden geldiği belli olmayan ozanlar ve kahramanlar sel gibi akın akın geliyorlardı.

Bokmurun gelen misafirleri karşılayıp her geleni koyun, inek, at keserek ağırlıyor, rüzgar gibi ordan oraya koşup duruyordu. Ay ışığıyla aydınlanan gecelerde her çeşit oyun oynandı, çalgılar çalındı, şarkılar söylendi, türlü türlü eğlenceler düzenlendi.

Üç gün sonra yer altında yedi sene gezen yer üstüne geleli yedi gün bile olmayan, bir et bir kemiği kalan Er Töştük "kökötöy babam bana çok iyilik etmişti, peşine alıp geniş dünyayı göstermişti, aşına gitmezsem olmaz" diye Çal-Kuyruk atına binip dört bin kuvvetli askerini alarak geldi.

Arkasından tuttuğunu sağ koymayan heybetli, güçlü Eştek oğlu Camgırcı yedi ben askerle geldi. Konuklar on iki gün kaldılar. Gelen konukların en azı Aykoco'nun üç adamı iken, en fazlası yetmiş bine ulaştı. Altmış yere birbirinden farklı bayrak dikildi.

On ikinci gün, yedi bayrak taşıyan kalabalık Kalmuk ve Mançu büyük bir gürültüyle geldi. Bu kimin ordusu diye civardaki karakola sordular, gelenler Çong Coloy (Büyük Coloy)un ordusu idi.

Coloy'un vaziyeti şöyle idi: Ergenlik çağına geldiğinde onu kaldıracak at bulunamadığı için, yedi yıl yaya yürüyen, kan kokan dev idi. Kaynaşan halk Kalmuk ordusunu görünce korkup can telaşına düştü. Bir kavga çıkarsa biz ne yapacağız diye öfkeli bir şekilde Bokmurun'u sıkıştırdı.

kökötöy'ün oğlu Bokmurun Coloy Han'a gelip selam verdi.

"Bahadır geldiğiniz için memnunuz. Bizim adetimiz böyledir" diyen Bokmurun kökötöy'ün kızıl altın sebikesinden altı tanesini hediye verdi. Kesmesi için altmış bin koç, bin kısrak, içmesi için her altı kişiye bir kap içki verdi. Kötü niyetli Coloy, Bokmurundan memnun olup, saldırgın tutumunu değiştirdi.

Göz açıp kapayıncaya kadar, göğü, yeri karanlık bastı. Görünüşü insandan farklı, ünlü kamları bulunan, pamuktan kemeri varolan geniş çizme giyen Kakançin hanı Kongurbay Algara adlı tulpar atını oynatarak düdük sesi eşliğinde geldi. Kongurbay'ın görünüşü şöyle idi: Bilekleri çelik gibi sert, sağ omuzu kanbur şeklinde çıkık olan, ok işlemez elbise giyen, başına mercan gerdanlık takan, mercan taşın üzerine papağan kuyruğundan rengarenk tüy takan, alengır (müthiş) yay, sırlı ok alan, yürüyüşünden toz, ayak sesinden can çıkaran han idi. Kakançin Hanı Kongurbay karşı konulmaz, yürük atını oynatan, karanlıkta hiç şaşmadan atan çok iyi nişancı, tedbirli, yaman bir bahadır idi.

Kongurbay topaç atan askerleri, her biri bin kişiden oluşan hançerli pehlivanları, yaycı, kemend atan yiğitleri yanına almıştı.

Koşoy, Töştük'ün kumandasındaki alper Kongurbay'ın kılığını, korkunç halini gördüklerinde "Bu kahrolası sonunda bir kusur bulup gazabı gelirse Kırgızlara büyük felaket getireceğe benziyor." Diye kuşkulandılar. Düşmanı at üzerinde gören, bütün halk şaşırarak "Rahat yüzü görmüştük, şimdi yağmalanacağız, kökötöy'ün aşında kalabalık Çinlilerin elinde ölmek için kalmışız. Aş yemeden taş yiyeceğiz. Ziyafet yemeden ok yiyeceğiz. Bu sürü sürü Çinliler ile Kalmuklar bizi yiyecekler. Bizi kurtaracak o meşhur arslan Manas yok." diye telaşlandılar, üzüldüler, canlarından umutlarını kestiler.

Han Kongurbay'ın önüne kökötöy'ün oğlu Bokmurun saygıyal selam vererek geldi, altmış deve hediye etti, kesmesi için sekiz bin koç, beş bin kısrak verdi. Bu nimetlerden gönlü sevinen Kongurbay ordusunu karargahtan çıkarıp bir parça uzakta özel olarak dikilen ak otağa varıp yerleşti.

Aman Tanrım, fazla geçmeden yedi sancak daha geldi. Gelenler haykırıyor bağırıp çağırıyorlardı. Mızrakların uçları parıldayıp, insan başları sallanıyordu. Halk heyecanla birbirlerine: "Kimin ordusu?" diye soruyordu. Görüldü ki bu Mançu Hanı Neskara'nın ordusu idi.

Dikkatlice bakıp anladılar ki, niyeti bozuk Neskere Pekin'den yola çıkıp dağ gibi iri yarı görünüşüyle kızıl perçem takınarak yabani domuz gibi atılıp geldi. İnsanları şaşırtan bu iri yarı bel' tecrübeli, bilgili, mızrak kullanmada usta, zeki biriydi. Kimseyi yanına yaklaştırmayan, Kırgızları adam yerine koymayan Altay'daki Manas'tan gördüğü horluğu kursağında saklayıp fırsat geldiği zaman "Kırgızlardan öcümü alacağım, canlarına okuyacağım" diye bekleyen Neskara, aşa geldi.

Zavallı oğlan Bokmurun kalabalık Çinli'nin başı Neskara'nın önüne gelip kökötöy'ün çok sayıda koç ve atlarını ona kesmesi için verdi.

Neskara buna razı olmsadı, Bokmurun'u çağırdı.

Bokmurun saygıyla hana eğildi.

"Hey Kırgız, göstereceğim hürmet bu kadar mı? Aşını kurutacağım! Avulunu yağmalayacağım. Cinini bedeninden kovacağım, Kırgız. Ne halin var ki, bunca halkı topladın? Benden korkup gelemeyen bahadırın Manas seni kurtarabilir mi? Dediğimi yapacaksın Kırgız, yapmazsan söyle söyleyeceğini, gidip arslanına söyle." Dedi Neskara, Bokmurun'u tehdit ederek korkutup.

Neskara bakırdan yapılmış kavalını çaldırıp Kongurbay ile Coloy'a danışmak için geldi.

"Kongurbay, Coloy yiğitlerim, ahmak Kırgızların durumunu öğrenip sayısını alayım. kökötöy'ün Maaniker adlı bir atı varmış, Han Kongurbay, sana layık bir at imiş. Vakit geçirmeden Manas gelinceye kadar kazanlarını devirip, evlerini yakıp, aşını harap edelim. Aş verilen yeri çiğneyelim. Halkını köle olarak hayvanlarıyla beraber sürüp yola koyulalım..."

Kongurbay ile Coloy bu sözü destekledi. Hanları böyle deyip dururken, Çinli, Kalmuk ve Mançuların aç halkı kökötöy'ün aşı için et pişirilen ocakları alt üst ettiler.

Bahadır Koşoy Çinli, Kalmuk ve Mançuların söylediklerine uyup, karşılık gösteren Kırgızları engelledi, düşman çoluk çocuğa saldırıp hepsini öldürmesin diye onları lafla oyaladı.


Gün sayıp canı sıkılan hanlar aşı yöneten Koşoy'u sardılar.

"Hey Kırgızlar, kökötöy'ün cesedini kırk gün sakladınız, onun aşına da mı bizi kırk gün bekleteceksiniz. Misafirleri hayvan gibi mi besleyeceksiniz? Yemek kendi evimizde de bulunur. Niye aşı vermeye başlamıyor sunuz?

"Yüce soylu hanlar! Kırgızın misafir severliğini görüp, güzel yerlerinde istirahat ediniz! Adetlerimize saygı gösteriniz! Halkın hepsi gelsin toplansın" dedi Koşoy, Manas'ın daha gelmediğini söylemeden şaşalayarak.

Baktı ki, aş vereceğim diye hayvanlarına güvenen kökötöy'ün kurulan oğlu uğursuz Bokmurun babasını toprağa verme konusunda kendisini azarlayan han Manas'a küserek babasının büyük aşında mahsus olarak ona haber göndermemişti. Yirmi günü geçti, ama Manas'tan bir haber gelmedi.

Kötü niyetli Neskara laf dinleyecek gibi değildi, söylenerek Çong Küröng atına bindi. Hoşuna gitmeyenlerin üzerine yürüyerek halkın huzurunu bozup ziyafetin, aşın bereketini kaçırdı.

Neskara çok tecrübeli ve tedbirli idi. Aşa gelen Koşoy idaresindeki Kırgızların hepsini kontrol etti, bahadırları arasına Kongurbay ile Coloy'a denk gelecek yiğidi yokmuş gibi kabardı. Bahadır Manas'ın olmadığını öğrenince daha da kudurmaya başladı.

Neskara, Bokmurun'a sövdü:

"Ey Kırgız, kökötöy'ün Maaniker'ini hediye ver. Bize layık hayvanmış o, kısmeti açılmadığı için tulparlığını gösterememiştir. Atın kısmetini açalım, at tam fakirlere gözdağı vermek için beylerin bineceği hayvandır. Altın ve gümüşle birlikte Maaniker'i Pekin'deki Esen Han'a hediye et. maaniker'i ver Kırgız, zaten sizde öcüm var, suçlusunuz. Dediğimi yap. Maaniker'i vermezsen, halkını soyup soğana çeviririm, hiçbirini bırakmadan öldürürüm. Karargahını yıkıp külünü havaya savururum." .

Zavallı Bokmurun ya cevap veremediğinden ya güveneceği Manas'ı yanında bulamadığından aklına bin türlü korku geldi, bileğinden kuvvet, yüreğinden kan gitti.

Bokmurun Koşoy'a varıp derdini söyledi.

"Kalmuktan gelenler silahlı ve kalabalık geldiler amca, bir akıl göster amca!

Büyüklerin sözünü dinlemeden aş vereceğim diye başımı derde sokmuşum, bir fel'kete kalmışım. Yiğit halkımın hepsini yağmalatmaya getirmişim. Kara Kalmukların ve Mançularan dediğini yapalım amca, Maaniker'i istiyorlar, verelim amca!" Tedbirli, akıllı Koşoy şöyle dedi:

"Aş veren adam suçlu, halkı toplayan adam günahk'rdır oğlum. Kalmukların ve Çinlilerin halka acı çektirdiğini çoktan biliyordum. Manas'a "Aşı idare ediver" diye bir uğrasaydın keşke. Bahadırın inadıyla oynadın. Sözümü dinlersen, Manas'a geniş Talas'a haber ver. Manas gerçek kahramansa altı gün içerisinde gelsin de, halkını kurtarısın de. Bahadır Koşoy amcanı Kalmuklar tutsak etti de! Eğer Manas gelmezse, Kara Kalmuklar, Mançular ve Çinliler üzerimize saldırıp bütün hayvanlarımızı sürüp hepimizi öldürecekler de!"

Er Koşoy küçücük bir mektup yazıp akşamüstü, Caş Aydar'ı Maaniker'e bindirerek kimseye sezdirmeden Manas'a haber ulaştırmaya gönderdi.

Caş Aydar gündüz gece demeden, durup dinlenmeden yol yürüyüp Talas'a ulaştı, han Manas'ın beyaz çadırına geldi. x

Beyaz çadırın bekçileri onu alıkoymadan han Manas'ın yanına girmesine izin verdiler

Han Manas köşedeki altın tahtında, sağ yanına Bakay'ın başta olduğu yirmi akıllı, bilgiç danışmanlarını, sol yanına Almambet'in başta olduğu özel işareti olan yirmi ordu komutanını alarak oturuyordu.

"Bahadır Manas, Koşoy amcanın mektubu var, içinde dertli bir adamın ahı var, kökötöy'ün aşına gelen Kalmuklar, Mançular ve Çinliler karışıklık çıkardı, Neskara, Maaniker'i alacağım diye kavga ediyor. Koşoy Han kafese konuldu, Bahadır Manas gelsin diyor, arabulucu olarak gelip aşı idare etsin diye Bokmurun beni gönderdi." Caş Aydar söyleyeceklerini söyleyip, kamçısını göğsüne aldığı halde cevap bekledi.

Bunu duyduğunda kaşları çatık, öfkeli han Manas'ın gözleri ateş parladı, hırslandı, yüzü bembeyaz oldu, dişlerini gıcırdatıp Caş Aydar'ı karakuş tavşanı almış gibi yolup aldı.

"Elinin körü, şımarık ..... Bokmurun, altınlarına güvenip kabarıyor. Halkının başını yiyor. Hey, han kökötöy ölürken haber vermedi, büyük aşına da çağırmadı, şimdi başımızı kurtarsın diye geldiğinde bakın bu köpeğin. Aşını Kalmuklarla, Çinliler yağmalasın! Etlerini köpek yesin! Size bu da az gelir! Söylediklerini şeytan dinlesin! Halkın günahı, bütün felaketleri şu oğlanla beraber gitsin! Tanrıya kurban sunayım" dedi Manas zülfik'rını kınından çekerek.


Manas'ın sinirlendiğini öğrenen Kanıkey ağır ağır yürüyerek çadıra geldi. Güzeller güzeli zavallı Kanıkey, beyaz gerdanlarını sallandırıp, yanında taşıdığı kırk anahtarı oynatarak Han Manas'ın karşısına geldi, kılıcını tutup, kederlenerek korkmuş bir bıldırcının gözlerine benzeyen parlak gözlerinden yaşlar aktıtarak tatlı tatlı konuşup yalvardı:

"Bahdır, dur! Bu oğlanın ne suçu var? Kimsesiz birine dokunmak iyi değildir. Bu oğlan Kalmuk'tan gelen düşman değil, ona dokunan da arslan değil, öfkeyle iş yapılmaz, yaptığınız doğru değildir, kılıcınızı indirin. Haberciyi öldüren sağ kalmaz, kadın olsam da rica ediyorum, kimsesiz oğlanın kuşunki kadar hayatını benim için bağışlayın."

Gök vaşaklı kalpak giyen, önde yürüdüğü zaman şans getiren, arkada yürüdüğü zaman binlerce askere bedel olan, altı ay sonra gelecek azabı önceden tahmin edebilen, açık göz evliya Bakay şöyle dedi:

"Yiğidim Manas, beni dinle, gerçekten han isen, kimsesiz bir oğlanın canına kıyma! Öldürecek düşmanın bu değil. Halkından bir haber alıncaya kadar sabret! Bokmurun'a kızıp, acısını genç oğlandan çıkarma!"

Amcası Bakay raya girerken zavallı kadın Kanıkkey Manas'ın önündeki Caş Aydar'ı çabucak alıp uzaklaştırdı.

Han Manas kılıcını kınına sert bir şekilde sokup, davul değneğiyle altın oyuklu davula vurmaya başladı.

Davulun kulağı ağrıtacak kadar yüksek sesle çalınması düşman geldiğinin ya da düşmana karşı atlanmak gerektiğinin işareti idi. Han karargahı gürültüden sallandı.

"Atlanın! Savaş silahınızı hazırlayın!" Kırk çoranın başı ihtiyar Kırgıl'ın yarlığı derhal herkese ulaştırıldı.

Kalabalık halk harekete geçti, askerler atlarını eyerleyip, silahlarını kuşandılar. Onbaşı, yüzbaşı, binbaşıları toplanıp harekete hazırlandılar.

Manas'ın karargahında patırtı gürültü uzun sürmedi, kırk çora atlarına binip sıraya girerek Bahadırın emrini bekliyordu.

Kanıkey karargahta kelebek gibi dönüp dolaşıp sanki bir şeyi sezmiş gibi telaşa kapıldı. .

"Bahadır Manas, işine karışıyorum ama, söylemeden rahat edemem. Sözümü dinleyin, bahadır" dedi Kanıkey Manas'ın karşısında eğilerek.

"Kanıkeyim, kulağım sende. Bu aşa gitmemi o kadar önemseme" dedi. Manas hareket etmeden.

"Bahadır, dünyanın dört bir bucağındaki kuvvetli bahadırlar, bütün yiğitler bir araya gelecekmişsiniz. İnatlaşıp tartışmazsanız, büyüklük taslayıp tutuşmazsanız iyi olur. Bir fel'keti hissediyorum. Ocağın külünü rüzgar uçurup yeri yakmasın." "Söyleyeceğini çabuk söylemez misin, çeneni kapatmaz mısın?" dedi Manas sinirlenerek. .

"Bahadır Manas, izin verirseniz, kırk çoranıza hazırladığım elbiseleri vereyim." dedi tatlı sözlü hazırcevap Kanıkey.

Kanıkey, beyaz çadırına kırk çorayı eşleriyle birlikte çağırdı. Kendi yaptırdığı ok işlemez kırk zırh gömleğini hazineden alıp sırayla duran kırk çoraya giydirdi, ayrıca her birine miğfer ve şalvar giydirdi.

Tedbirli yenge Kanıkey'in marifeti şundan bilesin: Yiğitler gürültü patırtı yapıp dururken kırk çoranın atlarını Ak-kula başta olmak üzere sıraya bağlayıp arpa ve pirinçten yem verip, yarışa hazırladı. kökötöy'ün aşı olacak, halk toplanacak, bahadır yiğitler çekişmeye girerlerse atlar semizlikten tembellik etmesin diye alıştırma yaptırtmıştı kadıncağız.

Üzerine kıllı zırh gömlek, başına miğfer, altına şalvar giyen, insanı imrendiren kırk yiğidinin inci gibi dizilip durduğunu görünce Manas, sevgili kadını Kanıkey'in asilzadeliğinden çok memnun oldu. Normalde hiç gülmeyen, gülmesini de bilmeyen Manas ağzını açarak "Bu yengeniz ne kadar çevik böyle" diye kahkaha attı.

Kanıkey, haberci Aydar'a da elbise giydirip ağan Manas iki gün içinde yola çıkacak diyerek onu yolcu etti.

Kanıkey Bahadır Manas'ı beyaz olpoğu (savaş giysisi)nu giydirdi ve şöyle dedi:

"Bahadır sözümü beğenirseniz, halk uygun bulursa büyük kaynatamın aşına sofra hazırlayıp vereyim, yardımına koşayım, izin ver" dedi Kanıkey. "Bahadır Manas, Kanıkey'in sözünü beğendi.

Fazla geçmeden devriyelerden "Han kökötöy'ün aşına Çinli ve Mançular yağma edip aziz Koşoy'a işkence yapmış" şeklinde bir fısıltı Manas'ın karargahına ulaştı.

Manas belirlediği günden önce Ak-kula'yı eyerledi. Ak-kula müthiş gözüküyordu, tuynakları çukur açıyordu, sağrısı kızrak yarışı yapılabilecek genişlikteydi, ağrıyan yerine binilse aldırmayan, çarpışmada yaralansa caymayan, Bahadır Manas'a yakışan tulpar bir at idi.

Bahadır Manas atına binip, kırk çorasını peşine takıp Kanıkey'i de yanını alarak Karkıra'ya doğru acele hareket etti.

Gök demirden zırh giyinmiş, üzengi oynatan yiğitler Han Manas'ı ortalarına alıp, ordunun önünde yirmi yay nişancısı, arkasında usta mızrakçılar, sağ ve solunda kılıç ve balta kullanan bahadırlar olduğu halde ilerliyorlardı. Arslan sıfatlı bahadırın büyüklüğü kalabalık içerisinde farkediliyordu, dağ gibi büyük bozkurtla hangi eceli gelen başa çıkabilir ki? Han Manas farklı gözüküyordu, çelik gibi bilekleri vardı. Mızrağı parlıyordu, kaşları çatık, güçlü kuvvetli, dokunduğunu toz eden, kara benekli kaplan idi, saldırısına uğrayan adam canından umudunu keserdi. Er manas Ak-kula'sına puhu tüyleri taktırmıştı, yanına bir de yedek at almıştı.

Bahadırın peşinden at kullanmada çevik, heybetli, ellerinde nakışları altından bayrak olan, eğlenmeye eğlence güreşmeye yiğit bulamadığı için canı sıkılıp kükrreyen kırk çora geliyordu. Beyaz zırh giyen, ölümü hiç düşünmeyen, savaş taktiğini iyi bilen, davul ve zurna çalan gök yeleli bozkurtlar sanki dağ kayması gibi yeri titreterek gidiyorlardı.

Manas otuz gün geçtikten sonra aşa geldi. kökötöy'ün oğlu Bokmurun ozanlarına Er Manas'ı övdürdü, önünde oğlak kestirip kızıl altın serptirdi, Arçatoru tulparını yedeğe alıp hediye sunarak Bahadırı karşıladı.

Bokmurun bahadırla görüşeyim diye yürürken, düz yere ayağı takılıp durakaldı. Er Manas'ı görünce ne diyeceğini şaşırıp dona kaldı. Kalabalık arasına saklanıp söyleyeceğini Er Koşoy'a söyleyerek Manas'ın gözüne gözükmemeye çalıştı.



Kırgızlar arasında Torum kız denen kocaman güzel bir hanım vardı. Gençliğinde hayatını birleştirdiği kocası at yarışında öldükten sonra kimseye gitmemişti, bu yüzden halk ona hâlâ kız adıyla çağırıyordu. Torum kız elişinde becerikli, hoş sesli bir şaire idi. Kanıkey yeni gelin olarak geldiğinde bahadırın kırk kanatlı beyaz çadırını süsleme işini Torum kız üstlenmişti, bakır yüksüklü kırk kızı yanına alıp bahadırın beyaz çadırının süslemesini iki yılda bitirmişti. Bokmurun da Torum kızı çağırıp, babamın aşında dikeceğim diye kırk kanatlı boz evi de ona yaptırmıştı. Bahadırın şerefine kırk kanatlı boz ev ilk defa dikildi.

Bahadır Manas Karkıra'nın geniş ovasında akan ırmağın kenarında dikilen duvar keresteleri ve sırıkları her türlü boya ile boyanan, nakışları ipekle işlenmiş, ipleri zarif beyaz çupa ile kaplı beyaz çadıra girdi.

Büyüğe gidelim, büyükle görüşelim diye Koşoy'un başında olduğu halk, Kazakların reisi Kökçö, Eleman'ın oğlu Töştük, Eştek'in oğlu Camgırcı, Cediger'in oğlu Bagış, Cetkir Beyin oğlu Agış, kara Caak, Er Ürbü, Karaşak'ın oğlu Cigörü olmak üzere sekiz han Manas'ın huzuruna geldiler. "Koşoy amca, esen misin? kökötöy atanın aşına başlamışsın, yurdun halkla dolsun, yaylan hayvanlarla dolsun. Herkese kökötöy'ün ömrünü versin, vasıflarını nasibetsin?" Manas siyah bıyıklarını tarayıp Koşoy'la göğüslerini birbirine değdirerek görüştü.

Manas'ın gaddarlığını gören evliyazade Han Koşoy şöyle dedi:

"Niye geciktin böyle, Manas. Kırgızlar can telaşında. Doğrulan bel büküldü. Başımız derde girdi. Hayvanlarımızı Kalmuklar ve Çinliler öldürüp yağmalayıp bitirdiler. kökötöy'ün ocağına sahip çıkacak yiğit bulunmadı. Kahrolası aştan ne çıktı?" dedi Koşoy üzülerek.

Bahadır Manas kamçısının ucuyla arslan postunun ap-açık duran gözüne dürterek şöyle dedi:

"Koşoy amca! Aş vereceğiz diye tutturdunuz, ağzınızı ben mi açtım? Kendi kazanına kendisi sahip çıkmazsa, bu Kırgızların kötülüğündendir. Aşta malınızı esirgemeyin, mal mülk bulunur, aç doyur. Misafirlerin aç gözlülüğüne bir kez olsun dayanın! kökötöy'ün topladığı aşından artacaktır, ruhu ş'd olsun! Kalmuklar ve Çinliler tesadüfen kalabalığa saldırıp yok yerden kavga çıkarmasınlar. Dikkat edelim, gözünüzü dört açın! Halka eziyet verirlerse kılıcın tığı, sırlı mızrağın ucuyla konuşacağım. Dokunanı yola getireceğim, ordusunu, askerini saman gibi savuracağım" dedi Manas tehditle.

Coloy'un Maaniker'i istediğini söylersem Manas hırslanıp başka bir iş çıkarmasın diye ürken Koşoy derdini tamamiyle söyleyemeden "aşın başına dönelim" diyerek yerinden kalktı.

Arslan Manas'ı yakından bir görelim diye aşa gelen başka yurtların adamları bahadırın kalktığı ak otağa doğru yaklaştılar. Muhafızlar, bekçiler kamçı vurup, kılıç kaldırıp yolunu kestiler. Halk deniz gibi taşarak muhafızlara itaat etmeden engelleri, kar birikintisini temizler gibi temizleyip geçti. Halkın arzusunu gören Kalmuklar, Çinliler ve Mançuların yiğitleri Manas'tan çekinip ne yapacaklarını şaşırdılar.

Çinlilerin Çagıray adlı bir bilgeleri vardı. Yaltakçı oburun huzuru kaçtı Kırgızların Manas'ını bir göreyim diye bahadırın ak otağına gizlice bakmıştı. Kahraman Manas Bahadırı, doğrudan görünce kalbi çatlayarak olduğu yerde düşüp can verdi.

Bahadır Manas aşa gelince umutlarını yitirmiş olan Kırgızlar yeniden toplanmaya başladılar. Yiğit Bakay da kırk bin askeriyle gelince bütün halk daha da cesaretlendi.

İki kazan ete doymayan Neskara ocak başında dolaşıp yiyecek bir şey var mı diye kalabalığa katılarak varıp Er Manas'ı görmüştü.

Han Kongurbay ile Dev Coloy'un yanına acele gelen çok tecrübeli Bahadır Nesakar öfkelenerek şöyle dedi:

"Kongurbay han hazretleri, bahadır Coloy üstadım, benim gördüğümü gördünüz mü? Benim duyduğumu duydunuz mu? Ben Manas'ı yakından görüp şaşırdım. Şimdi bu Kırgız'ın görünüşü felakettir, tüm Pekinliler bir araya gelsek de onunla başa çıkamayız. Maaniker atını sormayalım, boşyere başımıza iş açmayalım, boşuna ölüp yok olmayalım. Kakançin'e sağ salim dönelim. Bahadırlar beni dinleyin."

İki han Neskara'yı sövüp sayarak ortaya aldılar.

"Elinin körü Neskara, seni Mançu'nun arslanı sanıyorduk, korkağın teki imişsin. Yurduna kaçarsan sen kaç! Manas gökten mi inmiş? Bizden daha mı yiğittir?" dedi han Kongurbay kahrolarak.

"Kırgızlar dediğimi yapmazlarsa, Maaniker'i vermezlerse aşını harap edelim! Atlarının hepsini sürüp gidelim" dedi Coloy gürleyerek.

Bu üç bahadır; Kongurbay, Coloy, Neskara Kırgızlara felaket yağdırmak, yıkıp yakmak için anlaştılar. Kalmukların, Mançuların ve Çinlilerin hanları Bokmurun'u sıkıştırdılar. Bokmurun'un bileğinden güç, yüreğinden kan gitti.

"Hey Kırgız, benim bir dediğim iki olmamıştı. Manas'a yaltaklanıp at hediye edip debdebeyle karşılıyorsu da bize hediye verecek atın yok. Adetlerin bu muydu senin? Maaniker'i hediye vereceksin! Aşında Maanireke bineceğim, eğer atı vermezsen derinden kaşış yapacağım! Aşına felaket yağdıracağım!" dedi suratı soğuk Kongurbay kötü niyetini açıkça ifade ederek.

Bokmurun'un rengi uçmuş bir halde Kakançin'in çıkardığı zorluğu aşı yöneten Koşoy'a anlattı.

Kocayıp ihtiyar deve gibi bitkin düşen Er Koşoy öyle düşünüp, böyle düşünüp sonunda pehlivanlarını, başbuğlarını toplayarak oynatıp yatan Manas'a vardı.

"Bahadır, Neskara ile Kongurbay'ın niyeti kötü, Maaniker'i verin diye sıkıştırıyor. Maaniker'i almadan rahat duramam diyor. Vermezseniz halkınızı yağmalaycağım, kafanıza sopa indireceğim diyor. Güvendiğin Manas'ı gebertip, ganimet alacağım diye sabah akşam kükreyip duruyor. Çinliler kan dökmeyi, kavgayı seven bir millettir, böcek gibi kalabalıklar, aşın bereketini kaçırıp halka zulmetmesinler? Bir at için kavgaya, çekişmeye girmeyelim, atı verelim. At verip kandıralım. Halk huzur bulsun. Aş kavgasız geçsin" dedi er Koşoy.



Bunu duyan Manas sinirlendi.

"Yazıklar olsun size amca, aklınız nerde kaldı! Seni çok akıllı sanıyordum, söyleyeceğin bu muydu? Seni halkın atası sanıyordum, yapacağın bu muydu? Bu haraketi niye söyledin? Aklın başından gitmiş, kocadığından delimişsin. Ben Koşoy'um demeden ortadan kaybol. Canı için namusunu satan han Koşoy sen misin? Aklından azan vicdansız Koşoy sen misin? Bunu senden başka biri söyleseydi kanını dökerdim. Çin Hanı Kongurbay sırrını öğrenip bugün Maaniker'i alırsa, yarın kudurup Ak-kula'yı almaz mı? Öbür gün Çal-kuyruk'u almaz mı? Bu tulpar atlardan ayrılıp yaya kalırsak tuzak kurup hepimizi yok etmez mi? Bu talihsiz sözünü kulağı olmayan yer duysun, sessiz sedasız mezar duysun. Maaniker'i vereceğim diyeceğine Manas öldü deseydi. Ben yaşadığım sürece Çinlilere verecek malım yok, Maaniker'i verecek hâlim yok, küstah kafirin kendisinin atını alacağım! Savaşmaya yeğlerse kökünü kurutacağım!" kükreyen Manas oynayaduran Ak-kula'sına binerek altın davulu çaldı. Sabırsızlıkla bu anı bekleyen kırk bahadır, Çinlilere hücum ettiler. Gafil yatan Çinliler atlarını dağlara sürüp çığlık atarak kaçtılar. Kaçanların peşinden takibeden badırlar koyuna saldıran kurt gibi saldırıp çok sayıda Kalmuk ve Çinliyi imha etti. Bahadır Manas Ak-kula'yı koşturup Kalmukların ve Çinlilerin kalabalık ordusunu yardı.

Bahadır Manas'ın önünü Coloy ile Kongurbay kesti. Manas onlara bağırdı.

"Elinin körü! Aklınızı başınıza toplayın. Saygıyla aşa davet ettik! Değerinizi bilin! Alacak olan Kalmuk ve Çinli değil, verecek olan ben değilim. Ölmediğinize şükredin! Söylemek istemedim ama, söylemeye zorladınız!" Altay'da iken Kalmukların hanı Coloy, Mançuların hanı Neskara, Çinlilerin hanı Kongurbay, size dersinizi vermiştim. Onu unutmuşsunuz. Aşa gelmişsen uslu otur, dövüşmek istiyorsan sözünü söyle, kudurmuş cinini kovayım!

Manas Ak-kula'yı oynatıp harekete geçmek üzereyken kalabalık arasından Bay'ın oğlu Baymırza yüzü gözür kan içinde, elbiseleri yırtılmış bir şekilde imdat isteyip ağlayarak geldi.

"Bahadır Neskara denen dev ocakları devirip, her şeyi alt üst edip bana işkence etti. Benimle alay edip beni sopayla dövdü. Az kalsın öldürecekti. İstersen git Manas'a derdini anlat dedi.

" Böyle bir alayı işiten Er Manas tüyleri ürpertip arslan gibi korkunç bir hal aldı. Tam bir bahadır sıfatıyla ucunda püskülü bulunan, sapının içinde yerleştirilmiş oku olan siyah kamçısını, Neskara gibi oburun başına çaldı.

Gözü patlak, yüzü şişkin, çenesi kalın Neskara'nın kalpağı başından uçtu, yüzü kanla boyandı. Bunu gören kalabalık Çinliler laçinin saldırdığı kargalar gibi dağılıp kaçtılar.

Gazaba gelen Er Manas kaçışan Kalmuk, Mançu ve Çinlilerin canına okudu. Bahadır Manas'ın harekete geçtiğini gören kırk çora tabii ki bakıp duramazdı. Onlar da "Manas" parolası söyleyerek hep beraber saldırıya geçtiler. Etraftan çıkan toz duman göğe yükseldi.

Tepede duran kurnaz hilek'r han Kongurbay kırılan adamlarını gördüğünde rengi uçtu, fazla dayanamadı; önce atından inerek kılkara adlı atını Manas'a hediye sundu.

Er Kongurbay han adetiyle eğilip diz çökerek Manas'a tazim eyledi.

"Bahadır sözün doğrusuna gelelim. Örf adetlerine hürmet edelim bahadır, kurallarına saygı gösterelim bahadır. Otuz beş gün yatıp canı sıkılan yiğitler ziyafetinde kavga çıkarmışlar, kusur bizde, affedersin. Atım hediye, başım hediye" dedi Kongurbay han.

Manas'ın hırsını bilen Koşoy ile Bakay araya girdiler.

"Bahadır Manas, han ayağından geçerse, han adetince affedilir. Köpek acımaz, yiğit affeder. Ateşi kes. kökötöy'ün aşına başlayalım. Canı sıkılan halk zorlanıyor." Dedi Bakay bahadırın atının dizgininden tutarak.

Manas dizginini geri çekerken davul sesi de kesildi. Dağdaki kara buluta benzeyen bahadırın keyfi yerine geldi. Bütün milletin önüne at alacağım diye tutturan açgöz Kalmuklar ve Çinliler atlarını hediye vermek zorunda kalarak rezil oldular.

Ünlü bahadırların barışmasından sonra üç gün geçti. Karkıra'da kökötöy'ün gök bayrağı dalgalandı. Yeniden zurna çalındı. Coşan gelin kızların gülüşü, delikanlıların şarkısı duyulmaya başladı. Halk neşelenerek birkaç dilde yarlığ söyleyen münadilerin sözüne kulak astı.

Saklanmaya çalışan Bokmurun şimdi Maaniker'e binerek atını ileri geri koşturup tekrar canlandı. Babasının kırk oda dolusu hazinesinin ağzını açtı.

Iraman'ın Irçı oğlu münadi idi, şair olarak ün yapmıştı, kemale ermiş bülbül gibi ötmekte idi. Delikanlı ozanlığını gösterdi.

Karkıra'nın yeşil sahasını ot gibi kaplayan kalabalık halk kıpırdamadan onu dinliyordu.

Aşa gelen, kalabalık halk ikiye bölündü: Kalmuk, Mançu, Tırgoot, Şıbe, Saloon, Çinli, Tarsa bir tarafa, Kırgız, Kazak Noygut, Özbek, Tacik, Cediger, Kıpçak, Katagan, Türk oğulları bir tarafa ayrıldı. Altmış sıra asker okun ulaşabileceği mesafeye kadar çekildikten sonra oyun başladi
Püsküllü Kalpak giyen Iraman'ın Irçı oğlu yanına tercümanı Caş Aydar'ı alıp kalabalık halka at yarışı yapılacağını duyurdu. Ezelden beri at seven Kırgızlar, ziyafet ile aşın keyfini at koşturan çıkarır diyerek gelmişlerdi. At yarışında birinci olana seksen bin at, bin deve, ayrıca yüz bin koyun ödül konuldu. Altmış bir ata ödül var idi. Davul çalınıp atlar alana, köknar ağacının bulunduğu yere toplandılar. Atları sayan adam gördü ki yarışacak yürük atların sayısı iki bine ulaşmıştı.

Atların çokluğunu öğrenen bahadır Manas Almambet'i yanına çağırdı.

"Bahadır, Almoş bahadırım! Atların çokluğu koşuyu çıkmaza sokar. Yolu açmazsan, gerçek tulpar Ak-kula'nın şansı açılmaz. At biraz etlidir, eti erisin. Hünerini göster." Almambet çadıra girip Çin'de öğrendiği hünerini gösterdi.

Tersine bakıp, tersine oturup Kalmukça dua okuyup suya küçük bir taş koydu.

Göz açıp kapayıncaya kadar Karkıra'nın açık havası tutuldu, bulutlar gürleyip dolu yağdı, kar kasırgası buram buram yükselip soğuk vurdu, insanlar donup, atlar titremeye başladı. Atlarını bırakıp kaçan insanlar evlerine saklandılar. Gece soğuktan çok sayıda yürük at helak olmuştu.

Hava büsbütün açıldı. Güneş yükselip kuşluk vakti olduğunda vadiler kurudu, tarla kuşu ötmeye başladı, ter temiz olan otlar sallanıp güzel bir manzara peyda oldu.

Bokmurun dünkü yarlığına bugün her at başına yine bin hayvan ilave edeceğini duyurdu.

Atların hesabını alan adam taş koyup saymak suretiyle yarışa katılacak yürük atlarını sayıp gördü ki, dünden bugüne bin at azalmıştı. At yarışının hakemi Arçatoru'ya binen Manas atları resmi geçide hazırladı.

Fazla geçmeden Caş Aydar atları resmi geçide getirdi. Uzmanlar gözleriyle yürük atları süzdüler. At uzmanıyım diyen açık gözlerin pekçoğu ses çıkarmadı, kimisi fısıldaşıp, kimisi hayret ederek resmi geçitteki atların nereden geldiğini, vasıflarını cinslerini, yarışı hangi atın kazanacağını tahmin etmeye çalışıyorlardı.

Birbirinden mükemmel yürük atlar her taraftan, gün doğusuyla gün batısının bucaklarından seçilerek getirilmişti. Sıraya girdiklerinde karaca gibi başlarını kaldırıyorlardı, kuş bile uçsa yerlerinde duramıyorlardı.

Kendisi zayıf olsa da dişiliği ulu derler ya, Oronggu'nun zıplayan Kulabee'si, yanı kurulup yürüyen kısrağı resmi geçide başladı.

Ardından resmi geçide Manas'ın altından muska takılan, kulağında, sağ butunda beneği olan, kasırgadan türeyen Ak-kulası girdi.

Kalmukların hanı Coloy Açbuudanının perçemini düğümleyip, muskasını takıp çıkageldi.

Pamuk kemerli, geniş çizme giyen Kalmukların hanı Kongurbay, pis kurnaz "Safdil Manas'ın Ak-kulasını at yarışına çıkarması çok güzel oldu, atı olmayan yaya kalır,başka bir ata binip çıkarsa dövüşte kanını dökeceğim" diye tedbirli davranarak Algara'yı yarışa çıkarmadı.

Mançuların hanı Neskara da kendini tutamadı, yarışı kazanacağım diye çoştu. Onun arkasında Er-Töşkük'ün Çal-kuyruğu, onun arkasında Muradil'in Kılceyren'i, Muzburçak'ın Telküröng'ü, Er Koşoy'un Çong Sarı Atı, Ürbü'nün Koş Karat'ı, Kökçö'nün Köğala'sı, er Bagış'ın Surkiyiği başta olmak üzere bin at listeye kaydedildi.

Er Manas atları sürün diye buyruk verdi. Dağınık örgülü Caş Aydar, Maaniker'e binip yanına iki yüz pehlivanı alarak atları altı günlük bir yola sürdü. Manas'ın emriyle atların geleceği yolda, atların yoldan sapmaması için, beyaz bayraklı keskin mızraklı altı bin adam nöbet tuttu.

Sürülen atların çıkardığı toz duman kaybolduktan sonra, Bokmurun güreş yapılmasını buyurdu. Ödül için bin deve, bin kısrak, bir çocuklu cariye konuldu.

Duyuruyu işittikten sonra patırtı çıkaran Kalmuklardan Coloy, han olduğuna bakmadan ben çıkacağım diye yabani domuz gibi fırlayıp Sarı deri şalvar giyer kırkından aşmış Coloy denen bahadırın büyüklüğü Opol dağının yarısı kadardı, baldırı öküzün beli kadar idi, önüne çıkanı yiyecek gibiydi, iki göğsü beş yaşlı çocuk kadardı, deveyi yumruklayıp yıkan, dünyaca meşhur, benzeri olmayan biriydi. Gözkapağı gölün çukuru gibi derindi. Gözükeni yutacak gibi görünüyordu, kurulup yatan köpek gibi oturan Coloy, Altay'dan Alay'a Semerkan'da kadar olan sahadaki Türk oğullarınca, Kırgızlarca biliniyordu, herif onların korkulu rüyası idi.

Iraman Irçı oğlu çene çalıp Kırgızların yiğitlerinin bahadırlarının adların söyleyerek onları övüp göklere çıkarmış olmasına rağmen Coloy'un karşısına çıkmaya kimse cesaret edemedi, halk sustu, çekindi ve tabii halkın onuru kırıldı.

Bahadır Manas yanındaki uzmanlara döndü:

"Uzmanlarım, Coloy devin pehlivanlığını anlatın." dedi Manas. çıktı. Çinlilerin kozu Doğu'ya bakarak dua ettikten sonra bağırdı.

Uzmanlar âdetlerine göre önce büyükleri, sonra küçükleri söz alarak anlattılar. Sonunda bu Coloy'a denk gelecek adam dünyada yoktur kanaatine vardılar. Manas buna kudurdu.

Bahadır Manas halkı arasında dolaşıp şöyle dedi:

"Ey millet, bu kabaran Kalmuk'un boynunu kıracak namuslu yiğidin var mı?" diye her grubun başına, yani Kazaklara, Argınlara, Noygutlara, Özbeklere, Kıpçaklara, Türk Oğullarına sordurdu. Bunca kalabalık arasından bir pehlivan kendiliğinden çıkmadı.

Manas kendisinin güvendiği demiri çubuk gibi kuran pehlivanların isimlerini çağırıp ziyafeti yöneten Koşoy'u, onlarla konuşmaya gönderdi. Koşoy amca boz yorga atına binip Er Çegiş'e, Abdıraman'a, Er Töştük'e, Kökkoyon'a, Akbay'a Muzburçak'a varıp, farfaralık eden, yerdeki taşları toprak gibi ufalayan on yedi gayretli yiğide "Güreşe çıkmayacak mısınız, Coloy'u yıkmayacak mısınız?" diye sordu. Her biri mazeret göstererek bel'lı bahadırla güreşmekten korktular. Beyzadelerin keyfi kaçtı.


Er Koşoy Manas'ın yanına sinirli bir şekilde geldi. "Ey Manas, bu herife karşı Kara Kırgızdan bir erkek çıkmadı." dedi Er Koşoy iç çekerek "İhtiyar deve gibi kocamışsam da bu kafire ben çıkayım, ya sen arsaln gibi yiğit olduktan sonra o kabaran köpeğe sen çık."

Bunu işiten Er Manas duraklayıp kaldı.

"Koşoy amca, bu kafirden kaçsam beni Tanrı lanetlemez mi! at üzerindeyken öldürmek için doğan ok gibi idim, mızrakçıdan daha iyi idim, ama atsız iyi değilim, amca. Güreşe çıkmayı tabii ki isterdim. Eğer kimse çıkmazsa namus için soyunup güreşe de çıkacağım..." Manas tereddüt ederek durakaldı.

Manas'ın sözünü dinleyen büyük Koşoy amca elini ağzına tutarak "tüh" diye dertlendi.

"Niye yiğitlere sözüm geçmedi? Niçin yurdumda pehlivan doğmadı? Hey, karanlık gün, ya devlet bizden gitti ya da diz çökme zamanı geldi. Niçin Tanrı beni kocatıp almadı, niçin halkımı köleliğe koymadı?" Koşoy amca sinirden patlıyordu.

Koşoy'un sözlerini eksiksiz dinleyen Manas düşünüp, cesaretlenerek amcasına şöyle dedi:

"Amca, kahrolası Coloy'a yaklaşacak başka adam yokmuş. Güreşe çıkmadan ödül vermektense, başkalarına yalvarmaktansa, ihtiyar olsan da sen yaparsın amca, Coloy'la güreş yap amca, bize büyük şeref kazandır amca! Güreşmeye gönlün çekmezse ver gitsin amca."

"Eyvah, şu dünyanın haline bak, kökötöy'ün aşında, kalabalık Kırgız'ın yanında bu bana söylenecek söz değildi, senden işiteceğim söz değildi, Manasım, ağzından çıkan sözü iki ettirmem, böyle kuvvetten kaldığım bir anda beni sıkıştırdın. Mahvolası bana şimdiki gibi seksen beş yaşımda değil, tam kuvvetimde olduğum zamanda rastlasaydı, Coloy gibi nicesinin hesabını verirdim, kuvvetli olsaydım bu ahmak yaltağı çoktan yere sererdim. Bahadırım onurunu kırmadan, halkını utandırmadan yaşlı olsam da çekinmeden güreşeyim, ölmeyen kim var ki. Canım Manasım, söyleyecek sözüm var: Kadınım beceriksiz biridir, zayıf keçinin derisinden elinin ucuyla takırdayan şalvar dikip vermişti. Onu koca Coloy tutup sökerse halk önünde rezil olurum. Hanlarını çağırtıp halk içinden bana uygun gelecek deri şalvar buldurup ver" dedi Koşoy çocuklar gibi utanarak.

Baharır Manas yokuşa çıkıp güreşe çıkacak olan pehlivanların hangisinde deri şalvar varsa gelsin diye buyurdu.

Bahadırların hiç birinin şalvarı han Koşoy'a uygun gelmedi.

Yiğitler utançlarından sessiz sessiz dururken Bahadır Manas Kanıkey'in g'z' için hazırlamış olduğu şalvarı hatırlatıp, eyerinin üzerindeki döşeğin altından paçası nakışları şalvarı getirti.

Korkunç olan dev Koşoy sağ butunu şalvara soktu ama , baldırı sığmadı. Koşoy gibi deve.

Şalvarı hışırdatıp çektirirken Bahadır Manas geldi. Şalvarı dar yapan Kanıkey'e kızdı.

Soktuğu butunu geri çekemedi dev Koşoy.

Şalvarı çekenlerin biri Argının hanının oğlu Acıbay idi, o Kanıkey'in becerikliliğini anımsadı.


"Koşoy amca, bu şalvarı Kanıkey, üç yüz teke kestirip, derilerini güneşten uzakta, sandıkta saklayıp, bakır kovada altı ay sepilendirip, ustalara dokuz gün dişleriyle tezyinat yaptırıp, büktürerek, çelikle birlikte kaynatıp özenle yedi yılda yapmıştı. Bu şalvar ne sırlı tüfeğin okunu geçirir, ne ateşte yanar. Şalvarın sırrını ben biliyorum, Manas için bir yerini saklamıştır." Acıbay, Manas'ın elindeki şalvarı aldıktan sonra iki alp, çekmeye başladılar. Şalvarın yan kısmından bitiştirilen altı karış bükmesini çözdüler.

Şimdi şalvar dev Koşoy'a tam gelmiş ve çok yakışmıştı. Şalvarı iyi gelen ihtiyar Koşoy Kanıkey'i çağırtıp bütün halk önünde ona dua etti.

"Tanrım, dilimde bir kutsallık var, şu ana kadar söylediklerim hiç geri çevrilmedi, dileğimi kabul et, şu güzeller güzeli gelinimin girdiği ev bereketli olsun! Kurdetinle yarattığın şu evliya gibi kız evlat derdiyle yaratana yalvarıp ızdırap çekiyor, müracaatını işit derdine çare bul. Şu gelinim çocuk doğursun! Erkek çocuk doğursun! Oğul düşmanlarını demir gibi büksün! Dostum Manas'ın tohumu babası gibi arslan olsun! Dağ sırtlarında yanan ateş olsun! Her şeyi iyi gitsin!"

Bütün halk yeri sarsacak şekildi uğuldayıp Koşoy'la beraber dua okudu.

Katagan hanı Koşoy sanki kendisi için yapılmış şık şalvarı giyip, ayakkabılarını, kalpağını çıkardı. Yaşlılığın verdiği eziyeti çeken Er Koşoy otlar üzerine yüzü koyun yatıp üstüne on altı yiğidi çıkarıp sırtını ovdurdu. Gözleri açılıp rahatlayan ihtiyarın kasları, boğanın beli gibi oldu. Sakalını dikleştirip, buğra gibi sallanarak, beyaz arslan gibi atılıp güreş meydanına çıktı.

Kırgızlar pehlivan Koşoy'a parola çağırıp bağırdılar.

"Yaşa Koşoy! Var ol, Koşoy!"

"Tanrı yardım etsin, Koşoy!"

Ev kadar gözüken, kan kokan Er Coloy kahrolarak gürleyip "Bu ihtiyar Kırgızın başını koparayım" diyerek dağın kayması gibi ileri atıldı.

İki dev birbirini karşılayıp güreşe başladılar.

Birçok kez güreşe çıkan ihtiyar Koşoy amca şöyle dedi:

"Hey, köpek Coloy, er güreşinin kuralı var, sıranı bekle!" dedi bileğini tutarak.

Büyük Coloy, Koşoy'ın kocaman bileklerinden tuttu. Güreş için doğan çevik Koşoy tut dedirtmeden Kalmuk'un bileğini çekip tuttu, bu sırda bileğinin derisi, ihtiyarlıktan olacak, Kalmuk devi Coloy'un eline yapışıp kaldı. Er Koşoy'un gayreti bir anda geldi, kızaran bileğine bakmadan Coloy'un kaburgasının etinden ayak kadar bir yeri tutup çekti.

Tanrı göstermesin, dünyanın iki devi kana boyandılar, birbirlerine koçlar gibi yüklendiler. Rastgelen yerlerini kopardılar, ağızlarından ateş püskürtüp, gözlerinden alev saçtılar, paçalarından tutup, birbirlerine direndiler, göğüs göğüse boğuştular, ama birbirlerini yıkamadılar. Güreşen iki pehlivanın güreşinden Karkıra'nın alanı ocaklar gibi kazıldı, tozu göklere yükseldi, yer alt üst oldu, buna bütün halk hayran oldu.

İki dev altı gün güreşmelerine rağmen birbirlerini yıkamadılar, birbirlerinin üstesinden gelemediler.

Yedinci gün öğlene doğru, sırtını Coloy'a sepi yaptırıp rahatlayan Er Koşoy uyuyakaldı. Kafir Coloy "Şimdi bu pis Kırgız öldü, kıyamet yüzünü gördü." diye, Er Koşoy'u keçe evi kadar bir taşa vurmak için kaldırdı. Kaplan Manas bu esnada kulağı tıkayan siyah saplı kamçısını eline alıp Koşoy'un üzerine çaldı. Uyuyakalan amca irkilip gözlerini faltaşı gibi açtı ve Coloy'un elinden sıçrayarak yere indi.

Güreşe alışık dev Koşoy amca sağ butuyla Coloy'a çelme atarak çevirdi ve sürükleyerek yere vurdu. Er Koşoy Kalmuk'un başını atlayıp geçti. Kırgızlar sevinçlerinden çığlık atıp onurlarını kurtaran bahadır Koşoy amcanın ismini çağırarak tezahürat yaptılar. Er Koşoy'a halktan önce ok gibi ulaşan kırk çora onu ellerinin üstünde kaldırdılar.

Taşa tapınan Kalmuklar, yenilmelerinden dolayı kaderlerine küserek utandılar.

"Pis Kırgızların aşa davet edip bizi incitmelerinin anlamı nedir? Pehlivanın başından atlamak hangi adette var? Bunun anlamı ne?"

Çinliler, Kalmuklar, Mançular Tanrının lanetine kaldılar herhalde. Davul çalındı ve gürültüyle patırtıyla askerler saf olup savaşa hazırlandılar

Bu sırada Kaplan Manas, arslan gibi kükreyerek, sarı altından yapılan elbisesini giydi. Sarala sıfatı atını kamçılayarak öfkeyle şöyle dedi:

"Hey Karakalmuklar, Çin milletinin hanları, aklınızı başınıza toplamadınız mı? Yenilen pehlivanın başında atladın diye sövüp durmayın! Bu pehlivanın işidir. Adam yerine koyup aşa davet ettik. Pis Çinliler, cevabınızı verin, savaşla eğlenelim derseniz biz hazır."

Manas'ı, Bakay engelledi. Manas'ın öfkesini görüp korkan Çinli, Kalmuk ve Mançu hanları atlarından inip toplandılar.

Kalmuk, Çinli, Mançu'lar para cezasına çarptırılıp, kökötöy'ün aşına devam ettiler.

Gürültü patırtı basıldıktan sonra Er Koşoy başına altın tacını giydi, Coloy'u yenip kazandığı ödülü garip ve zavallılara paylaştırıp verdi.

Pehlivanların güreşi devam etti. İki tarafın pehlivanları bir senedir özel olarak hazırlanmışlardı. Çinlilerin büyüklüğü dağ gibi olan Tukubay adlı pehlivanın karşısına dirsek kadar Er Agış çıkıp iki gün güreşti. Sonunda Çinli yenik düştü. Er Agış ödülü almadan halka dağıttı, kendisi gelin kızların düzenlediği eğlenceye katılmak için aceleciydi.

Koşu atları daha gelmemişti. Atlar gelinceye kadar halkın canı sıkılır diye Iraman'ın Irçı oğlu sıradaki mızrak yarışını ilan edip yiğitleri ortaya çağırdı. Bokmurun mızrak yarışı için yüz savaş atı, ayrıca dokuz yüz at ödül koydu.

Mızrak yarışına iki taraftan yarışacak kimse çıkmadı. Et pişecek zaman geçti. Çinliler güreşte yenildikten sonra, Kırgızların pehlivanlarına denk gelecek bahadırları çıkaralım diye çare aradılar.

Halkın fısıltılarını duyan Çin hanı Kongurbay'ın canı dayanamadan altın nalçalı, bakır ökçekli Çin tarzı çizme, altından yapılmış zırh giyip eğri kılıcını kuşanıp, gök mızrağını eline aldı. Algarasıyla hava atıp beyaz hançeriyle gözdağı verdi ve burmalı demir kuşanmış bir halde ortaya çıktı. Pekinden çıkan bu pehlivan bu yıl yirmi beş yaşındaydı, geniş göğüslü idi, yüzü pişmiş akciğer gibiydi. Kaşları köpeğin kaşları, burnu dağın burnu, bıykıları büyük baltanın sapı gibiydi. O sönük gözlerini Manas'a dikti.

Kongurbay'ın tavrını gören Bahadır Koşoy, Bahadır Manas'a akıl danıştı.

"Bahadır, bu kahrolasına kim çıkacak?" dedi Koşoy.

Er Manas cevap vermeden Kongurbay'ı süzdü.

Bahadır Manas alnı yassı, başı dar, mahaddep burunlu, çift kirpikli, kaşları çatık, dudakları kalın, gözleri çukur, arslan boyunlu, bileği yoğun, geniş göğüslü, arslan gibi korkunç bir yiğit idi. Gözlerinden alev saçarak Kongurbay'a ürpererek baktı.

Er Manas dudaklarını ısırıp Coloy'a kandığına çok kızdı.

"Şu saflığıma bak, ödül almamak ne demek. Yenmemek ne demek? Baka baka yaya kalmak ne demek... Bir tulpar mızrak yarışından dururken, tüh. Koşoy amca avucunu açıp dua et, kabaran herifle karşılaşayım, at hazırlayıp ver..." dedi Manas savaş silahlarını kuşanarak.

Derken gök yeleli bozkurt Manas'ın karısı güzeller güzeli Kanıkey altın takılarını şakırdatıp yavaş adımlarla, boynunu kıvırıp, beyaz memelerini sarkıtarak mağrur kaplan için altı yılını sarfederek yaptığı Akolpok'u alıp geldi.

"Efendim, bu size yakışır, Akolpok'u mızrak yarışında giyin." dedi kadınların kadını sevgili yenge Kanıkey, Akolpok'u ellerinin üzerinde sunarak.

Kaplan Manas dişlerini çıkararak güldü. Kanıkey'den memnun oldu. Onun alnını okşadı ve yakası altından yenleri bakırdan yapılan, ok işlemeyen mızrak ucu delemeyen, içi çelikle doldurulmuş Akolpok'u giydi. Çalışkan Kanıkey Akolpok'u dokuz yerinden ilikledi, dokuz yerinden düğümledi, dışına gökten inen boz bıçak kınını taktı. "Bahadır, Umay Ana yardım etsin. Tanrım sana güç versin!" diye hayır dua etti.

Tecrübeli Koşoy, şüphe ettiği atları bir bir kontrol edip Manas'ın yarışta binebileceği at olarak Kazak Alımsarık'ın siyah akıtma alınlı atını beğendi ve ona Ak-Kula'nın eyerini koydu.

Arslan Manas'ı, başına beyaz mendil bağlamış Bakay ile Er Töştük destekleyip çıktılar.

Tanrının yardım ettiği evliya Manas'a iki tarafından kara benekli kapları ile topal gök yeleli arslan yardım ettiler, kara gök yeleli ata binen bahadırın önünden bakıldığı zaman bin yiğidin heybeti, arkasından bakıldığı zaman ejderhanın heybeti vardı.

İki bahadır alana girerken birbirini görüp atlarını kamçıladılar.

İki yiğit mızraklarının ucunu sivriltip birbirlerini hedef alarak vurdular. Mızraklar birbirine değince atlar kıçları üstüne oturuverdiler. Bahadırlar kırılan mızraklarını fırlatıp birbirlerine yöneldiler, şimdi gürzle dövüşmeye başladılar,

birkaç kez kılıçla vuruştular, üzerlerine balta savurdular. İki bahadırın dövüşmesinden ateş tutuşmuş alev çıkıyordu. Sonunda ellerindeki silahlarının hepsi kırıldı. Sonra at üzerinde elele dövüşmeye başladılar. Yarış hakemleri, iki yiğidi ayırıp atlarını yedeğe alarak birbirinden uzaklaştırdılar, sonra tekrar ellerine mızrak vererek bıraktılar.

Er Kongurbay altındaki algara atına muhmuzlatıp hiddetle bağırarak tekrar saldıraya geçti.

Ölüm nedir bilmeyen arslan Manas, hırslanıp tazı sıfatlı atını koşturdu. Dağ gibi yeri devirip arkısında toz duman bırakarak düşmanın mızrağını hedef aldı.

Kongurbay'ın vurduğu mızraklı, Er Manas'ın kıçı yerden çıkıp üzengiden ayağı kaydı, kötü durumdan kendini zor kurtardı. Mızrak kullanmada çevik olan Er Manas yakından geçerken Korgurbay'ın miğferinin açık kalan kısımnıda ensesine mızrakla vurdu.

Kongurbay atından devrildi. Tozlar içinde kaldı.

Bahadır Manas Kongurbay'ın Algara atını beraberinde alıp götürdü.

Bahadır Manas kazandığı ödülü gariplere ve zavallılara dağıttı.

Gece olmuş Er Koşoy Ak otağında yatağına yeni yatmıştı. Mevkilerine göre dizilen suratı asık on üç han geldi.

"Hoş geldiniz hanlar!" Er Koşoy onları otağdaki yumuşak döşeklere oturttu, gönüllerini aldı, sözlerini dinledi. Hanlar elbiselerini çıkarmadılar, kuş tüyünden yapılan yastığa yaslanmadılar, mahcup oldukları belliydi.

"Koşoy amca! Size söyleyecek şikayetimiz var." dedi Buudayık'ın oğlu Muzburçak söze başlayıp, "Kırgız, Kazak, Kıpçak, Noygut, Türk oğullarına, soydaş ata hanlara hakem olan, bayrak tutan adamsınız. Hak sözünüzü, adilliğinizi, kılı tam ortadan bölen yargıç olduğunuzu biliyoruz. Onun için Manas'a küsen soydaş hanlar olarak size geldik. Kendisine söylersek sözümüzü dinlemez, bizi gebertir."

"Evet, hadi söyleyin, neymiş dinleyelim." dedi Koşoy asık suratlı hanlara.

"Manas hanlığa geçince değişti, komşu hanların sözünü dinlemedi." dedi Muzburçak.

"Bahadır kökötöy'ün aşında kendi bildiğini okumaktadır. Bize danışmadı." dedi Er Töştük.

"Her hanlıkta mızrak yarışına, güreşe çıkacak bahadırlar var. Hanlığını unutup kendisi çıkıyor. Onu engelleyecek hoca yok. Hanlık kaidesi, liyakatı gereğince oturmuyor!" dedi Andicanlı Sancıbeğ.

"Ne zaman ayrıldık ki kardeş hanların başı olduğu halde Manas bize üvey evlat muamelesi yapıyor. Bizi küçümsüyor. kökötöy'ün başında Bahadır Ürbü'yü kızdırdı. Ürbü Manas'a söylemeden bahadırını alıp çıkmıştı, Manas onu kamçıladı. Eğer Manas bu küstahlığı, hırsı bırakmazsa, biz Manas'tan başka hanlara gideceğiz." dedi Er Kökçö.

"Manas'ı önümüzde para cezasıyla cezalandırın. Biz inat edersek Manas buna mecbur kalır." dedi Muzburçak.



Bu hanların memnuniyetsizliğinin gittikçe arttığını, onların sözlerinde gerçek payı bulunduğunu sezen Koşoy düşünüp taşınıp gelenlere şöyle dedi:

"Her sözü söylemenin sırası var, 'ziz hanlarım. kökötöy'ün aşında Çinli, Kalmuk ve Mançular kavga için bahane arayıp dururken sizin hanınıza gücenip birliği beraberliği bozacak sözler söylemeniz yersizdir. Düşmanı görmemezlikten mi geliyorsunuz? Yaylamız bir, suyumuz bir, dilimiz bir, ......kanımız......bir, kardeş halkız. Eskiden beri eksiklerimizi doldurup, ihtiyaçlarımızı giderip, kusurlarımızı affedegelmişiz. Kurnaz ve güçlü düşmana kucak açmıyalım, sır vermiyelim. İlla ki Manas haklı diyerek taraf tutmuyorum. Onun da kusurları var. Böyle büyük sınavda, namus güreşinde bir yiğide, bahadıra itaat etmemiz elzemdir. Aş tamamlansın, ezeli düşmanımız Kalmuk, Çinli, Mançu ve Tırgootlar güzelce gitsinler. Kendimiz başbaşa kaldığımızda kardeş halklar olarak toplanırız. Aş bitse Manas'ı önünüze getireceğim. O zaman derdimizi, cevabımızı, şikayetemizi söyleyelim." dedi ihtiyar Koşoy.

"Öyle bir anda Manas söz dinlemez. Bize saldırır." dedi Muzbuçak, "Onu böyle kalabalık bir yerde akıllandırmak gerek..."

"Hey." dedi on üç hana sinirlenen Koşoy "Sizi akıllı hanlar zannediyordum, benden de öte bunamış görünüyorsunuz. Akıl sormak için gelmişsiniz akıl verdim.

Dinlemezseniz kendiniz bilirsiniz. Söz dinleyen sakin olsun, söz dinlemeyen gidip Manas'ın başını alsın! Derisini yüzsün! Manas zaten öfkeden kahrolup duruyor. Kızdırırsanız hepinizi öldürecektir."

On üç han Koşoy'un sözünü dinlediler ama, kursaklarında kin besleyerek döndüler. Er Koşoy bunu farketti, onların tavrını görüp kardeş kavgası biter mi hiç diye iç çekti, bunu Manas'a anlatmaya gönlü razı olmadı.

Bu esnada Iraman'ın Irçı oğlu at yarışını ilan etti. O gün akşama kadar yarışla geçti.

kökötöy'ün oğlu Bokmurun Kırgızların bütün maharetini gösterdi: Kel süsüşmesi (koçların kafa kafaya vuruşması), deve çözme gibi oyunları düzenledi, para saçtırdı.

Koşu atlarının geleceği zaman yaklaşırken halk yollara bakmak için birbirlerişle yarışarak atlarına binip hareket ettiler.

Manas Çinliler ile Kalmuklardan kuşkulanarak kırk çorasıyla atların geleceği yolu kesip karşıladı. Kongurbay da yiğitleriyle yola çıkmıştı.

Manas Topurçak atı uzaktan tanıdı. Ak-kula ise iki atın sonundaydı, yetişmek üzere idi.

Bu sırada Kongurbay atını kamçılayarak yiğitleriyle Ak-kula'nın önünü kesti. Bunu gören Manas bakıp durur muydu, o da atını teperek haykırıp ucuna kurşun takılan kamçısıyla Ak-kula'yı engelleyen Kongurbay'ın üzerine çaldı.

Kongurbay dengesini kaybederek düşmek üzereyken atının yelesine tutundu.

"At yarışına kötülük etmek isteyene böyle yapılır." Dedi içindek kin besleyen almambet Kongurbay'ın Çal-kuyruğunu takla attırarak.

Bunu gören Coloy yetişip ona engel oldu. Dev Coloy, üzerine gelmekte olan kırk çoradan korkup, yürük atları sürenlere katılarak Kalmukların arasına saklandı.

Aman Tanrım, atları yarışı kazanıp birinci dereceli ödülü alan Kırgızlar bayraklarını göklerde dalgalandırıp bağırdılar, dağları sarsacak şekilde çağırdılar, kalpaklarını havaya atıp birbirlerini kutladılar, at sahiplerinden hediye istediler. Şerefimizi gösterdik diye genci, ihtiyarı hepsi sevinçlerinden uçtular.

Sakinleşen Koşoy ve Manas altmış ata karşı yarışı kazanıp ödülü pay etmekle uğraşıp geç vakit döndüler.

Manas karargahına geri geldiğinde Karkıra'nın bereketi kaçıp, kökötöy'ün bayrağı indirilmişti. Avul yağmalanmış, yurt yakılıp yıkılmıştı, kadınlar çığlık çığlığa bağırıyor, çocuklar ağlıyorlardı, hayvanlar ürkmüş felaketler başgöstermişti.

Bahadır Manas çok üzüldü. Yay gibi geriledi, ok gibi vahşileşti.

"Ey sevgili amca! Akraba, komşu, dost olalım dedik, değer veriq aşa çağırdık, bu Kakançin'in yaptığına baksana!" dedi Manas Er Koşoy'a yakınıp.

"Sonunda düşmanlığını yaptı." dedi Koşoy iç çekerek.

"Bu köpeklerin cezasını verelim, göreceğini gösterelim."

Manas'ın önüne kırk çorası askerleriyle saf olup durdu.

"Dün Kırgızların köşkünde oturup keyfini çıkarırlarken, kızıl altınlarını, hayvanlarını, develerini hediye alırlarken bugün hayvanları sürüp, kadınlara eziyet verip, çocuklarını çıplak bırakıp gittiler. Böyle düşman cezayı hakediyor. Sonunda köpek Kongurbay, köpek Coloy, köpek Neskara yapacağını yaptı. Yarım günde ordu hazır olsun! Düşmanı yedi şehirine kadar kovalayacağız. Yetişirsem erkeklerini mahvedeceğim, şehirlerini yerle bir edeceğim." Kalabalık halkın önünde gazaba gelen Manas çok sert bir şekilde emretti.

Ellerinde nakışları altından yapılmış bayrak alan takipçiler ölesiye kaçan Kalmuk ve Çinlilerin peşine düştüler. Bahadır Manas'ın ordusu geceli gündüzlü yedi gün yol alıp "Şimdi Kırgızlardan kurtulduk, avulunu yağmalayıp, ödülüne el koyduk." diyerek rahatlayan düşmanı ganimetlerini paylaşmak üzere mola verdiği yerde bastı.

Hayatta her şeyin bir bedeli vardır. Bahadır Manas düşmanı her taraftan kara bulut gibi kuşattı. Gafil yatan Kalmuk ve Çinlilerin çoğu Kırgızların mızraklarının ucuyla, keskin kılıçlarının tığıyla, fırlayan okuyla cezalarını bulup helak oldular. Atlarına binerek kaçanlar ecelden kurtuldular. Kongurbay büyük aşta Manas'la dövüşürken teçhizatı büyük ölçüde zarar görmüştü. Bu seferki karşılaşmada Bokmurun'dan mızrak yiyince bir çare bulup canını kurtardı.

Çinil ve Kalmukların ölümünden kurtulan askerleri tekrar bir araya gelip cesaretlendilerse de kırgızların kasırga gibi gelen ordusuna direnemediler.

Kırk çoranın askerleriyle Coloy'un avuluna fel'ket yağdıracağından gözü korkan Manas davul çaldı.

"Erenler! Kalmuk ve Çin halkının hepsini öldürmeyin! Hayvanlarına, kadın ve çocuklarına, sakinlerine dokunmayın. Malını mülkünü yağmalamayın, onlarda suç yok. Birisi gelip bana şikayet ederse başınız gidecektir. Onların yerine kan içen katilleri kesin, ahmak olan onlardı!" Bahadır Manas Aç-albars kılıcıyla Coloy'un başını kesmek üzereydi.

"Bahadır." dedi Er Koşoy Manas'ın elini tutup, "Halsizlenen yaralıya han kılıcını bulaştırma! Bana hediyen olsun, Bahadır."

Er Koşoy'ün gönlünü kıramayan Bahadır Manas, Aç-albars kılıcıyla yerde yatan Coloy'un hanlık arması takılmış çelik miğferini parçaladıktan sonra kılıcını kınına soktu.

0 Comments:

Post a Comment

Subscribe to Post Comments [Atom]

<< Home