Wednesday, October 10, 2007



Türkçenin komşu dillerle ilişkilerini



http://www.angelfire.com/country/cemisgezek/dictionary/language/turkce.html

Sanal Türkoloji Araştırmaları Dergisi: S.T.A.D. III

TÜRKLERİN ANA YURDU TÜRKÇEDİR

Prof. Dr. Günay Karaağaç

Ana dili (native/national language, mother tongue) sözü, bir benzetmenin ötesinde, gerçek bir ana, gerçek bir ilk oluşu ifade etmektedir: Pek çok dil öğrenilebilir veya sonradan edinilebilir; fakat yalnızca bir tanesi, bebeklikten bir dil topluluğunun üyesi olana kadar geçilen yol ve geçirilen zaman içinde, doğrudan doğruya yaşanarak, denemesi yapılarak öğrenilebilir. Öğrenilen yabancı dile veya edinilmiş dile tezat oluşturan millî dil (denenmiş dil ) kavramı, tabiî bir olguya bağlıdır ve bu, her bireyin hayatında yalnız bir kez yaşanır (1).
Nesnelerin adlarını kendisini merkez yaparak, yani varlığı kendisi etrafında kavramlaştırarak öğrenmeğe başlayan bebek ve çocuklar, zamanla, nesnelerin ve nesne adlarının arasındaki ilişkileri sezmeğe, benzerliklere ve benzemezliklere dayanarak birleştirmeler ve ayırmalar yapmağa başlar: Fakat dikkat edilirse, her sentez, aynı zamanda bir analizdir. Çünkü sentez birliğe doğru gidiştir, ancak birlik ve bütünlükten tekrar unsurlara doğru bir iniş vardır ki, o da analizdir. Şu halde, sentez ve analiz, tahlil ve terkip birbirinin zıddı gibi görünmesine rağmen, aslında birbirinin tamamlayıcısı olan iki işlemdir(2). İşte bu noktadan itibaren, sosyal bir yapı olan insan dilinin, kavramlık dilin ses, kısacası ana dilinin seslerini çıkaracağı organlarının yapısı oluşmağa, ana dilinin yapı ve anlam örgüsü kurulmağa başlar. Artık çocuk, kendisi-varlık ilişkisini, her öğrendiği yeni bilgiyi, bu ilk öğrenmeleriyle ilişkilendirerek gerçekleştirecektir. Didier Erasmus'un Bende, benden gelmeyen hiçbir şey yoktur diye özlü bir şekilde ifade ettiği gibi, insanın varlığı algılayıp onları kavramlaştırmasında, eski bilgiler, hep işin içindedir: Öğrenenin diğer önemli bir özelliği, yeni bir öğrenmeye başlarken beraberinde getirdiği eski öğrenmelerdir. Yetişkin kişiler hiçbir yeni öğrenmeye sıfırdan başlamazlar(3). Bu yüzden, yeni bilgilerin eski bilgiler yüzünden yüzünden zor edinilmesi veya eski bilgilerin yeni bilgiler yüzünden zor hatırlanması(4), yani bilgi bulanıklığı (interference) durumu, öğrenme psikolojisinin önemli konularındandır. Bu yapısıyla ana dili, bilgisayarların ilk ve temel çalışma programlarına benzemektedir; her yeni program, kesinlikle, bu ilk programla ilişkilendirilecektir. Ana dili dediğimiz insan zihninin bu ilk programının önemi de burada başlamaktadır. Kişinin ana dili edinimindeki her yanlışlık veya eksiklik, yeni öğrenmelerde, yeni ilişkilendirmelerde katlanarak artacaktır. Kişinin sağlam ve zengin bir ana dili anlam örgüsüne sahip olması ise, yeni öğrenmelerinde işini kolaylaştıracaktır. Bu programın yaratıcıları, ana-baba ve çevredir: Dil özellikleri biyolojik varlıktan tevarüs edilmez. Çocuk doğduğunda ağlar, mırıldanır; fakat belirli bir dili öğrenmesi, bütünüyle çevreye bağlıdır. Bebek, bulunmuş veya evlat edinilmiş gibi, çevresinin dilini öğrenir, çevresindekiler gibi konuşur. İnsanoğlunun ilk öğrendiği dil, onun millî dilidir ve kendisi de bu dilin milîi konuşucusudur(5).
Bebeğin veya yetişkinin hayatındaki çeşitli ihtiyaçlar, onları, bu ana dilleri dışındaki başka dilleri de öğrenmeye götürebilir: Bir çocuk, göç, çok uluslu evlilik, vb. sebeplerle bir başka dili edinmek zorunda kalabilir. Bu ikinci dil, onun için bir edinilmiş dil (adopted language) veya bir yabancı dil (foreign language) ve kendisi de, bu ikinci dilin yabancı konuşucusu (foreign speaker) olur(6). Çağımız insanının hayatında, kendi deney ve yaşantısıyla elde ettiği bilgilerin oranının, başka zaman, mekan ve kişilerden edindiği bilgilerin yanında günden güne azalmasının bir sonucu olarak, edinilmiş diller, büyük önem kazanmaktadır. Çağımız insanı, ihtiyacını duyduğu bilgi hangi dilde saklanmışsa, o dile koşarak, onu öğrenmektedir. Edinilme dil veya daha yaygın adıyla yabancı dil öğrenmekteki insan ihtiyaçları, tıpkı ana dili gibi, insan-insan (konuşma) ve insan-varlık (öğrenme) haberleşmeleri sırasında ortaya çıkar; yani insan, bir yabancı dili, ya ana dili kendisininkinden farklı olan kişilerle konuşmak ya da onların dillerinde taşınan bilgileri edinmek ve kendi ana diline aktarmak için öğrenir. Aslında, konuşma ve öğrenme, ana dilinin de edinilen yabancı dilin de başlıca iki görevidir ve üçüncüsü de yoktur. Durum böyle olmasına rağmen, bir yabancıyla konuşma veya bir bilgiye ulaşma ihtiyacı doğmamasına rağmen, ana dili dışında bir veya birkaç yabancı dili öğrenmeye veya öğretmeye kalkışmalarla da karşılaşırız. Bu ise, bütünüyle dil dışı bir konudur; dinî, siyasî, ekonomik, vb. alanlarda üstün oldukları düşünülen halkların dillerine karşı, başka halklar tarafından duyulan özentiden ibarettir.
İnsan beyninin işleyiş düzen ve düzeneğini oluşturan, ana dili eğitimidir. İnsanın hayvan varlığı veya fizik yapısı dünyanın herhangi bir yerinde yaşarken, insan varlığı ve millî kimliği, ancak ana dilinde yaşayabilir. Bu yüzden, Ana yurdumuz ana dilimizdir demek hiç de yanlış olmaz: İngilizceyi çocukluğumuzda yaşayıp öğrenir ve ana-babalarımızın bir armağanı olarak severiz; fakat aynı zamanda içinde İngiliz ruhu kazançlarının yatırımının yapıldığı ilgi çekici bir kültür serveti veya sermayesi olarak değerlendiririz. Tabiî tercihlerimiz, evimizde konuşulan diyalekttir; objektif hükmümüz yazı dili tarafındadır. Bir dizi başarılı gençlik kaçamağı bulunan geçmişimize merakla bakarız; yetişkinlikteki başarılarımızdan dolayı, sonraları kendimizle gurur duyarız. Öyleyse millî duygu, millî dile bağlıdır ve aşkla gurur arasında bir sarkaç gibi sallanır.Millî dilimize verdiğimiz değer, millî gururumuzdur. Bu bizim zarara uğramamış, azalmamış, bölünmemiş bütün millî gururumuzdur ve yalnızca dil üzerinde yoğunlaşmaktadır (7).
Görüldüğü gibi, insanın beden varlığı dünyanın herhangi bir yerinde veya her yerinde yaşayabilirken, onun insan varlığı, ancak ana yurdu olan ana dilinde yaşayabilmektedir.
Tarih, bize, ana dillerinde yaşayan toplulukların dünyanın herhangi bir yerini kolayca yurt haline getirebildiklerini, ana dillerini kaybedenlerin kendilerini kaybettiklerini öğretmektedir. Yine tarih, başka yurtları yurt haline getirebilen fatihlerin yiğitlik hikayeleriyle doludur. Yalnız, bir coğrafyayı yurt tutuş, bir şarta bağlıdır. O da, fatihlerin, belirleyici kültürün temsilcilerinin, yani üst katman dilini konuşanların, bu yeni yurtlarına kadınlarını, yani analar'ı da yanlarında götürmeleridir. Bu şart gerçekleştirilmezse, fatihler, işgal ettikleri topraklarda kaybolurlar. Alt katman dili hayatta kalıp üst katman dili unutulabilir. Eğer fatihler çok sayıda değilse, özellikle de yanlarında kadınlarını getirmemişlerse, bu sonuç hep mümkündür(8).Türklerin de insan varlıklarının veya Türk kimliklerinin ancak Türkçede yaşayabildiği açıktır; kısacası, Türklerin ana yurdu Türkçedir. Ana yurdumuz Türkçeyi, bilinen zaman ve mekan boyutları içinde gezersek, acaba nelerle karşılaşırız?
Tarih ve Coğrafyası İçinde Türkçe
Toplum hayatı, değişik yer ve zamanlara ait insanların birbirlerine kendi bilgilerini ve ürünlerini sunmalarından ibarettir. Mesleklere, yaşlara, yaşanılan coğrafyaya, hatta cinsiyete göre, daha doğrusu geçilen yollara göre oluşan kişi dillerine (idiolect) dayalı tam bir çeşitliliğin yaşandığı sosyal yapılarda ve bu yapıları oluşturan dillerde, herkes birbirine bir şeyler öğretmektedir. Farklı sosyal yapıların da, birbirlerine öğretebilecek bir şeyleri mutlaka vardır. Dolayısıyla, her kişi ve topluluk, kendisinden farklı tarihî ve coğrafî ortamlarda yaşayan, farklı bilgilenme yollarından geçmiş bir başka kişi ve topluluktan, akraba veya komşu kavimlerden bir şeyler öğrenir ve dolayısıyla bu öğrendiklerinin adlarını kendi diline taşır, onların dillerinden alıntılar yapar. Temelinde öğrenmenin yer aldığı bu tür alıntılara bilgi alıntıları (cultural borrowings) diyoruz. Bilgilenmenin bir sonucu olan bu alıntılar yanında, kişi ve toplulukların, başka kişi ve topluluklardan, bilgilenme ve öğrenme olmaksızın da alıntılar yaptıklarını görüyoruz. Birden çok kavmin aynı siyasî ve coğrafî birlik içinde yaşadıkları yer ve zamanlarda gördüğümüz, işgal edilen veya yönetilenin temsil ettiği alt katman dili (substratum / lower language) ile işgal edenin veya yönetenin temsil ettiği üst katman dili (superstratum / upper / dominant language) arasındaki alıntılarda ise , genellikle, bilgi ve öğrenme değil; siyasî ve iktisadî üstünlük, yönetici-yönetilen ilişkisi, özenti ve modalaşma gibi dil dışı konular gündemdedir(9). Bu tür alıntılara özenti alıntıları (prestige / intimate borrowings) denilmektedir.Alt katman dili, üst katman diline ancak bilgi alıntıları verebilirken, üst katman dili, alt katman diline hem bilgi hem özenti alıntıları sokar (10). Bilgi alıntıları, yani Kültürle ilgili alıntı kelimeler, bize,bir milletin diğerine neler öğrettiğini (11) göstermesine ve Kelime almanın, büyük oranda, dahayüksek seviyeli dilden daha aşağı seviyeli dile doğru olmasına(12) rağmen, özenti alıntılarının, bilgi dünyası ve öğrenme ile, alıcı dilin ihtiyaçlarıyla hiç bir ilgisi yoktur. Bu tür alıntılar, alıcı dilin kullanıcısı sosyal birim ve kişilerin psikolojik ihtiyaçlarından kaynaklanmakta, onların daha bilgili görünmek, herhangi bir sosyal gruba mensup görünmek, ilgi çekmek, hiç değilse dilde farklılaşarak var oluşunu gerçekleştirmek, vs. gibi ihtiyaçlarını, beklentilerini ve açlıklarını gidermektedir (13).
Türkçe ile komşu diller arasındaki alış verişler, Türkler ile komşu milletler arasındaki bilgi alış verişini gösterir. Dolayısıyla, Türkçe ile Türkçeye komşu olarak yaşamış ve yaşamakta olan diller arası ilişkilerin tesbiti demek, bir ölçüde, Türklerle komşuları arasındaki ilişkilerin tesbiti, Türklerin komşularına öğrettikleri ile komşularının Türklere öğrettiklerinin belirlenmesi demektir.
İşte Çinliler, Farslar, Araplar, Macarlar, İslavlar, vs. gibi oldukça değişik kaynaktan milletlerin komşuluğunda yaşamış olan Türkler, bu komşularından pek çok şey öğrenmişler ve onlara pek çok şey öğretmişlerdir. Bu karşılıklı bilgi alış verişinden doğan bilgi alıntıları yanında, Türklerin bu milletler üzerinde yüzyıllar boyu yönetici rolü oynamalarının bir sonucu olarak, Türkçeden yaptıkları özenti alıntıları da bu komşuların dillerine yerleşmiştir.
Şimdi Türkçenin komşularıyla ilişkilerini ve bu ilişkiler konusunda yapılan çalışmaları kısaca gözden geçirelim.
Türkçe-Çince İlişkileri
Bugünden binlerce yıl öncelere uzanan Türk-Çin ilişkilerinin ilk devirleri tamamen karanlıktır. Çin kaynaklarında sien-pi, tu-yü hun, hiung-nu, ti, tik, tinglin,t'ie-le gibi adlarla zikredilen kuzey kavimlerinin Türklüklerini tarihçiler tartışa dursunlar, Türkçede, Türk adının ilk defa kullanıldığı Kök Türkler devrinden günümüze kadar süren Türk-Çin ilişkilerinin bile hayli derin olduğu bilinmektedir. Bu iki millet, ticaretten savaşa kadar her türlü komşuluk ilişkileri yanında, uzun devirler boyunca da aynı yöneticilerin idaresinde birlikte yaşamışlardır. Hayatlarındaki bu iç içelik, mutlaka, bu milletlerin dillerine de yansımış olmalıdır.
1. Türkçedeki Çince Unsurlar:
Türkçedeki Çince unsurlar üzerinde henüz çalışılmamıştır. Bu yolda şimdiye kadar yapılan tek şey, Çin yazılı Türkçe kelime ve cümleler, şahıs ve yer adları, kısacası Çin harfleriyle transkripsiyonlanmış Türkçe ile ilgilenmek olmuştur. Türkçeye geçmiş, herhangi bir bölgede, herhangi bir devirde Türkçenin malı olmuş, Türk düşüncesinin yapı taşlarından biri haline gelmiş Çince unsurlar, bilimin ölçüleri içinde araştırılmamıştır. Bu konuda elimizde bulunan, ancak, çeşitli sözlük yazarlarının Türkçedeki varlığını açıklayamadıkları bazı kelimeleri özel bir çaba harcamaksızın Çinceye yakıştırmalarından ibârettir. Meselâ, M. Räsänen, sözlüğünde 147 kelimeyi Çince kaynaklı göstermiştir (14); fakat ne bu sözlükte Çince asıllı gösterilen kelimelerin hepsinin Çince oldukları, ne de bu 147 sayısı kesindir. Yeni devirlerin Çincesinden Türkçeye geçmiş unsurları işleyen bir çalışma, 1970 yılında, Moskova'da yayımlandı (15). Tabiî ki diller arasındaki alıntıların tesbiti, yazının yaygınlık kazandığı yeni devirler söz konusu olduğunda, eski devirlerle kıyaslanamayacak kadar kolaydır. Nitekim daha ilk çalışma olmasına rağmen, bugünkü Uygur Türklerinin dilinde 1873 Çince kelime ve şekil tesbit edilmiştir. Bu çalışma, dediğimiz gibi Moskova'da, 1970 yılında Rahimoviç tarafından Uygur dilinde Çince Unsurlar adıyla yayımlandı.
2. Çincedeki Türkçe Unsurlar:
Çincedeki Türkçe unsurlar sözü bile maalesef kolay söylenebilen bir söz değildir. Çincede Türkçe unsurların bulunabileceği bir çok araştırmacılarca düşünülmemiştir. Bunun, tabiî ki bazı sebepleri vardır. Bu sebeplerin en önemlisi, elimizdeki en eski yazılı Türkçe belge ile Çinçenin ilk yazıya geçirildiği devir arasında bin yıllık bir sürenin bulunuşudur.
Türkçe-Farsça İlişkileri
Asya ve Avrasya'nın bilinen en eski kavimleri olan ve İranî olup olmadıkları hâlâ tartışılan Kimmerler (m.ö. 12.-8. yy.) ve İskitler (m.ö. 8.-3. yy.) istisna tutulursa, bildiğimiz ilk Türk-İranî kavim ilişkisi, Hunlar ile Alanlar arasında m.s. 370'lerde olmuştur. Bu tarihlerde doğu-batı yönündeki bir Hun akını, Orta Asya bozkırlarındaki İranî kavimlerin hakimiyetine günümüze kadar son verdi. Daha sonra tarih sahnesine çıkan ne Partuşlar, ne Soğdlar, ne de Sâsânîler, Asya bozkırlarında söz sahibi olabildiler.
Çinlilerden sonra en eski komşuluğumuz İranlılarla olmuştur. Sâsânîlerden yirminci yüzyılın ikinci çeyreğine kadar İran'ın dâimâ bir Türk devleti tarafından yönetildiğini ve bugünkü devletin sınırları içinde yaşayan halkın yarıdan çoğunun Türk olduğunu düşünürsek, bu ilişkinin sadece çok uzun değil, aynı zamanda çok derin bir ilişki olduğunu anlarız. Hele son bin yılda Türklük dünyasının ortasında kalan İranlılar ile Türkler, bu uzun komşuluk ilişkisi sırasında birbirlerinden pek çok şey öğrenmişlerdir.
1. Türkçedeki Farsça Unsurlar:
Sâsânîlerin sonuna kadar sürdüğü kabul edilen Eski ve Orta Farsça ile Sanskritçe, Tohorca, Soğdca gibi diğer Hint-Avrupa dillerinden Türkçeye geçen unsurlar konusu, hemen hemen, Türkçe-Çince ilişkileri kadar zor ve çetin bir konudur.
Türkçe ve Altayca çalışmalarının yetersizliği yüzünden, bugün, bu dillerde ailesi ilk anda göze çarpmayan kelimeleri, bu Hint-Avrupa dillerinden birine maletmek moda haline gelmiştir (16). Bu moda, tabiî olarak, zaman zaman tenkitlere uğramaktadır (17). Hattâ bu modaya çok uyanlardan bile zaman zaman bu tür tenkitler yükselmektedir (18).
Türkçeye yeni Farsçadan geçen unsurlar konusuna gelince, bu konuda da hiç bir çalışmanın yapılmadığını görüyoruz. Bu devir, Farsların Türk dünyasının ortasında kaldıkları, ayrıca Farsların ve Türklerin aynı dini kabul ettikleri ve Araplardan öğrendikleri aynı edebî geleneğin peşine takıldıkları bir devirdir. Dolayısıyla hayatta daha kuvvetli bir iç içelik, bu diller arasında da daha geniş çaplı bir alış veriş söz konusudur. Bu sahada da sözlük yazarlarının çok kısa sürede koydukları teşhisleri kelimelerin yanına işaretlemelerinden başka bir çalışma elde mevcut değildir.
2. Farsçadaki Türkçe Unsurlar:
M. Fuad Köprülü, 1938'deki şarkiyatçılar kongresine sunduğu bildiride bu konunun önemini vurgulamış ve birkaç yüz kelimeyi listeler halinde örnek olarak vermiştir (19). Bundan çeyrek yüzyıl sonra da bu konu geniş ve ayrıntılı bir şekilde Gerhard Doerfer tarafından incelenmiş ve Yeni Farsçada Türkçe ve Moğolca Unsurlar adıyla yayımlanmıştır(20). Bu eserde, Türkçeden Farsçaya geçtiği müzakere edilen 2545 kelime yer almaktadır. Bu kabarık sayıya bakarak Farsçadaki Türkçe unsurların belirlenmesinin sona erdiği düşünülmemelidir. Bugün Farsçada kullanılan ve Türkçe oldukları açık olan pek çok kelime bu eserde yer almamaktadır.
Türkçe-Arapça İlişkileri
Sâsânîleri aşıp geçerek Kafkaslardan Şiraz dolaylarına kadar uzanan Avar-Hunlarını veya hanedanlarının adıyla Heftalitleri ayrı tutarsak, ilk Türk-Arap ilişkisi, m.s. 630'larda, bugünkü İran topraklarında başlamıştır. Bu ilişki, coğrafî sebepler yüzünden, Selçuklular devrine kadar Farslar kanalıyla olmuştur. Ayrıca Ruslardan satın aldıkları Türk köleler aracılığıyla Kafkaslar üzerinden gerçekleşmiş sınırlı bir Türk-Arap ilişkisi de söz konusudur.
Arapça, Türkler için sadece bir komşu dili olmaktan daha fazla şeyler ifade etmiştir. Bu dil, Türklerin yeni dinlerinin ve Farslardan öğrendikleri Arap edebî geleneğinin taşıyıcısıydı. Dolayısıyla komşuluğun ötesinde, yöneten ve yönetilenin dili ilişkisi, Farsça-Türkçe arasında olduğu kadar Arapça-Türkçe arasında da mevcuttur.
1. Türkçedeki Arapça Unsurlar:
Gerek Türkçedeki Arapça unsurlar, gerekse Arapçadaki Türkçe unsurlar konularında ayrıntılı ve derli toplu bir çalışma bulmak mümkün değildir. Belki bunun sebebi, her iki konunun da geniş ve hacimli olmasıdır.
Karl H. Menges'in Altaycada Eski Mezopotamca Alıntı Kelimeler(21) ve N. Poppe'nin Altay Dilinde Eski Kültür Kelimeleri (22) adlı yazılarıyla aynı yıllarda temas ettikleri Türkçe ile diğer Altay dillerindeki Arapça unsurlar konusu yanında, Türkçedeki Arapça unsurlar hakkında ilk ayrıntılı çalışma, A. Tietze tarafından 'Anadolu Türkçesine Doğrudan Doğruya Arapçadan Alınmış Kelimeler' (23) adıyla 1958'de yayımlanmıştır. Bu çalışma ise, adından da anlaşılacağı üzere, Türkçedeki Arapça unsurlar gibi oldukça hacimli bir konunun bir dalından ibarettir.
2. Arapçadaki Türkçe Unsurlar:
Bu husus, Türkçedeki Arapça unsurlar konusundan da az işlenmiştir. V.A. Gordlevskiy'nin 1961'de yayımlanan 'Türk Dilinin Arapça Üzerine Tesiri Meselesi Hakkında' (24) adıyla Türkçeye çevirebileceğimiz makalesinden başka bu konuda hiç bir bilim çalışması yapılmamıştır. Ahmet Ateş'in konuyla ilgili çalışması ise, kendisinin de ifade ettiği gibi V.A. Gordlevskiy'in makalesi ile J.B. Belot'un ve H. Wehr'in sözlüklerinden derlenmiş kelime listeleridir (25). Diller arasındaki alış verişlerde, bazen, alıcı dil, aldığı unsur üzerinde öylesine derin ses ve anlam değişiklikleri yapar ve aslî şekil ve anlam ile verildiği dilde aldığı şekil ve anlam birbirinden o kadar uzaklaşır ki herhangi bir sözlük yazarının o kadar işinin içinde verdiği kararlara güvenmek, bizi sık sık yanlışlıklara sürükler.
Türkçe-İslavca İlişkileri
M.S. 4. yüzyıllarda İndo-Germen topluluğundan ayrılan Kuzey ve Güney İslavları, m.s. 6. yüzyıldan itibaren, önce Avarların, sonra Bulgar Türklerinin ziraatçı tebaları olarak daha doğuya çekilmişler ve nihayet m.s. 8. yüzyıllarda bugünkü vatanlarına ulaşmışlardı.
Gerek Kuzey İslavları, gerekse Güney İslavları, bu bin beş yüzyıla yakın süre içinde daima bir Türk kavminin komşusu oldular; dolayısıyla Türkler'in Çinliler ve Farslar'dan sonra en eski komşuları İslavlardır.
1. Türkçedeki İslavca Unsurlar:
Bu konuda ilk çalışma, H.F. Miklosich tarafından 'Türkçedeki İslavca, Macarca ve Romence Unsurlar' adıyla 1889'da yapılmıştır (26). Bu tarih, İslavcadaki Türkçe unsurların araştırılmağa başlandığı tarihlere rastlamasına rağmen, bu yoldaki çalışmalar o kadar heyecan verici bulunmamış olmalı ki İslavcadaki Türkçe unsurlar konusu etrafında cereyan eden meşhur tartışmaları, bu konu etrafında görmüyoruz. Bunun sebebi, H.F. Miklosich ve Snjezana Valjacic'in de ifade ettikleri gibi Türkçedeki İslavca unsurların pek az oluşudur (27). Malzemesi oldukça sınrlı olan bu konu, son olarak 1957'de 'Türk Halk Dilinde İslavca Alıntılar' adıyla Andreas Tietze tarafından incelenmiştir (28).
2. İslavcadaki Türkçe Unsurlar:
İslav dillerindeki Türkçe unsurlarla ilgili ilk çalışmalar, 1850'lerde başlamıştır ve günümüzde de sürmektedir. Bu konudaki çalışmalar, burada sayamayacağımız kadar çoktur(29). Önce Rusların, daha sonra da Güney İslavlarının dilleri üzerinde başlayan bu çalışmaların meyvelerini derli toplu birer sözlük halinde Elizaveta Nikolaevna Şipova'nın ve Abdullah Skaljic'in eserlerinde bulabiliriz(30).
E.N. Şipova'nın 'Rus Dilindeki Türkçe Unsurlar Sözlüğü' adını taşıyan eseri, Alma-Ata'da, 1976 yılında yayımlanmıştır. Bu çalışmada, Rusçaya Türkçeden geçtiği kabul edilen 1507 kelime üzerinde durulmaktadır. Bu sayı, Şipova'dan önce Rusçanın etimoloji sözlüğünü yazmış olan M. Vasmer'in eserindeki Türkçe unsur sayısından epeyce azdır(31). Ruslar'ın bugünkü yeni vatanlarına geldikleri tarihlerden beri süren Türk-Rus ilişkilerine bakarak, yüzün üzerinde makale ve kitabın yayımlandığı bu konuda, daha yeni, daha geniş ve daha ayrıntılı çalışmalar bekleyebiliriz.
A. Skaljic'in eseri ise, Güney İslavları'nın, Sırp-Hırvat dillerinin Türkçe unsurlarını konu edinir. Diller arası alıntılar konusunda dünyanın en ilgi çekici eseri olarak kabul edilen Skaljic'in sözlüğünde, 6878 değişik anlamda 8742 kelime yer almaktadır.
Türkçe - Macarca İlişkileri
M.s. 463'lerde Karadeniz kıyılarına inmiş Ogur kavimlerinden biri olan Macarlar'ın dili ile Türk dilinin ilişkilerinin başlangıcı, Türk-Macar ilişkileri gibi tarihin derinliklerinde kaybolmaktadır. Bu devirden, yani m.s. 5. yüzyıldan önceki Türkçe-Macarca ilişkisi üzerinde konuşmak, bugün için hemen hemen imkansızdır. Bu konuda söylenebilecek şeyler şimdilik sayılıdır: Birkaç zarfın yıpranarak ön ek halini almış şekilleri dışında Macarca, Türkçe gibi sondan eklemeli bir dildir. Diğer taraftan, vokal ve konsonant sisteminde, Türkçedeki kadar kuvvetli olmasa bile hakim bir benzeşmenin bulunduğu bir dildir. Bugün Macarcanın, hattâ diğer Ural dillerinin sözlüklerinde, kelime kök ve aileleri tesbite çalışılırken, Türkçeden ve diğer Altay dillerinden örnekler verilmekte, sık sık, Türkçedeki ve diğer Altay dillerindeki paralelleriyle daha ileri bir incelemeyi gerektirmektedir gibi ifadeler kullanılmaktadır. Bu ifadelerdeki bilgiyi iki şekilde yorumlamak mümkündür: 1. Bugün başlıca; Fince, Macarca, Samoyedce, Ostyakça, Çeremisçe, Votyokça, Vogulca ve Lapçanın temsil ettikleri Ural dilleri ile Türkçe, Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece ve Japoncanın temsil ettikleri Altay dilleri aynı kökten çıkmışlardır, bu diller eski bir geçmişte aynı ve tek bir dil idiler veya; 2. Sözü edilen bütün bu dilleri konuşan halklar, yani Ural ve Altay halkları, çok eski zamanlarda, çok uzun devirler boyunca yan yana veya birlikte yaşamışlar ve dolayısıyla dilleri birbirinin dillerine benzeşmiştir. Bu husus ise, konumuzun sınırları dışındadır.
1. Türkçedeki Macarca Unsurlar:
Tarihte bir çok Türk kavmini içinde eriterek Türklükten can ve kan alan Macarlık ve Türkçeden pek çok kelime alan Macarca, Türkler'e birşey vermekte oldukça cimri davranmış gibidirler. Galibâ, Macarlar'dan öğrendiklerimiz, mac. város şehir > tü. varoş şehirlerin sur dışı mahallesi, mac. katona asker > tü. katana/kadana asker atı; iri bir at cinsi, mac. kapocs kopça, çengel > tü. kopça kopça, mac. szoba oda > tü. soba soba, mac. soronpó şarampol > tü. şarampol şarampol kelimelerinin anlamıyla sınırlı kalmıştır.
2. Macarcadaki Türkçe Unsurlar:
Karanlık devirlerden sonraki Türkçe-Macarca ilişkilerini iki döneme ayırıyoruz:
a. Yurt Tutuş Öncesi ve Arpad Devrinde Macarcaya Giren Türkçe Unsurlar:
Macarcadaki Türkçe unsurlar konusunda, son bir buçuk yüzyıl içinde pek çok kitap ve binlerce makale yazılmıştır. Bu makalelerin çoğu kelime biyografileridir. Macarlar kendi dillerinin etimoloji çalışmalarını yaparken, tabiî olarak dillerindeki İslav, Türk, Latin ve başka dillerden alınmış kelimeleri de incelemişler, bunlar üzerinde bir buçuk yüzyılı aşkın bir süre tartışmışlardır. Bu çalışmaların sonuçları, ilk defa Gombcz Zoltan tarafından 1908 yılında, önce Macarca Yurt Tutuş Öncesinde Türkçe Alıntı Kelimelerimiz adıyla, sonra da 1912'de Almanca olarak Macarcadaki Bulgar Türkçesinden Alıntılar (32) adıyla yayımlanmıştır. G. Zoltan'ın bu eserinde Macarcaya Türkçeden geçmiş 413 kelime müzakere edilmektedir. 1967-1976 yılları arasında yayımlanan Macarcanın etimoloji sözlüğünde değişik devirlerde Macarcaya girmiş 1500 civarında kelime bulunmaktadır (33).
Bütün bu müzakerelerden sonra, hem Türk-Macar hem de Türkçe- Macarca ilişkilerini işleyen hacimli bir çalışma, 'Yurt Tutuş Öncesinde ve Arpad Devrinde Macarca-Türkçe İlişkileri' adıyla Lajos Ligeti tarafından 1986'da yayımlandı(34). Bu eserde, bir yandan Karadeniz'in kuzeyindeki ve oradan Orta Avrupa'ya ve Balkanlar'a sarkmış Türk kavimleri ile bu kavimlerin Macarlarla ilişkileri üzerinde durulmuş, bir yandan da en eski zamanlardan 15. yüzyıla kadar Macarcaya geçen 485 kelime uzun uzun müzakere edilmiştir.
b. Osmanlılar Döneminde Macarcaya Giren Türkçe Unsurlar:
Osmanlılar döneminde Macarcaya giren Türkçe kelimeler hakkında da pek çok biyografi yazılmıştır. Bu dönemin kelimeleri ve haklarında yazılan biyografi ve münakaşaların sonuçları, Zsuzsa Kakuk tarafından, 1973'te '16-17. Yüzyıllarda Osmanlı Dil Tarihine Dair Araştırmalar: Macar Dilinde Osmanlıca Unsurlar' adıyla yayımlanmıştır. Z. Kakuk'un Fransızca olarak yayımlanan bu 660 sayfalık geniş eserinde, Macarcaya Osmanlı döneminde girmiş 1312 kelime yanında 402 şahıs adı ve 224 yer adı bulunmaktadır (35).
Türkçe - Romence İlişkileri
Türkçe-Romence ilişkilerinin araştırılmasına Türkçe-Rusça ilişkilerinin araştırılmağa başlanmasından çeyrek yüzyıl sonra başlanmıştır. Bu konuda bilinen en eski çalışma, İslav dillerinin ilk etimoloji sözlüğünü hazırlayan(36) ve İslavcadaki Türkçe unsurlar üzerindeki çalışmaları başlatan (37) Franz Miklosich tarafından yapılmıştır(38). Bu araştırmalara 1894'te Theophil Löbel Romen Dilindeki Türkçe, Arapça ve Farsça Unsurlar (39) adlı eseriyle ve 1900 yılında da L. Saineanu, Romen Dilindeki Ve Kültüründeki Oryantal Tesir(40) adlı eseriyle katıldılar. Bu çalışmalar sonunda, Romencenin söz varlığının en az yüzde beşini Türkçe unsurların oluşturduğu görülmüştür.
Türkçe Ve Diğer Komşuları
Uzun zaman içinde ve geniş bir coğrafyada Türklerin komşusu olmuş diğer kavimlerden bazıları, tıpkı bazı Türk kavimleri gibi eriyip yok olmuşlardır.
Diğer taraftan biliyoruz ki Oğuz Türkleri Anadolu'ya gelmeden çok önce, belki Oğuzlar'ın bir kısmının da katıldığı başka Türk kavimleri, Karadeniz'in kuzey sahillerinde ve Balkanlar'da idiler ve buralarda çeşitli devletler kurmuşlardı. Periskop, Theofanis, Menandros gibi Bizans ve İbni Rüste, Gardizî gibi Arap tarihçileri, bu bölgede, Hun, Saragur, Ugor, Onogur, Avar, Bulgar, Peçenek, Hazar, vs. gibi çeşitli Türk kavimlerinden bahsederler(41). Bu kavimlerin dilleri ile o devirlerin Grekçe ve Latincesi arasında olup bitenler konusunda hiç bir çalışma yapılmamıştır. Bu ilişkiler konusunda yapılan tek şey, Bizans kaynaklarındaki bu kavimlerle ilgili her tür malzemenin derli toplu bir yayınından ibarettir (42); bu kavimlerin dilleri ile Grekçe ve Latince arasındaki alıntılar söz konusu bile edilmemiştir.
Oğuz Türkleri'nin Anadolu'yu yurt edinmeleri ve bilhassa kendilerini Grekler'in vârisleri sayan Rumları idareleri altına almalarından sonra, Rumlar ile Türkler arasında zengin bir bilgi ve dolayısıyla Rumca ile Türkçe arasında da hatırı sayılır bir unsur alış verişi görülür. Türkçedeki Rumca unsurlar ilk defa 1893'te Gustav Mayer tarafından ele alınmıştı (43).
Uzun bir aradan sonra konu, Andreas Tietze tarafından etraflıca incelenmiştir (44). Nihayet 1960 yılında, C. Coukidis, Atina'da yayımladığı Türkçeden Geçme Yunanca Kelimeler Sözlüğü(45) adlı hacimli eseriyle hem Türkçeden Yunancaya hem de Yunancadan Türkçeye geçmiş unsurları belirlemeye çalıştı. Cumhuriyet dönemi öncesi (yazarın adlandırmasıyla pre-Kemalist) devirde Türklerçenin Yunancadan 900 kelime almasına karşılık, Yunancanın Türkçeden 3000 kelime aldığını kaydeden C. Coukidis, son yüzyıl içinde ise, bilhassa Fransızca ve İngilizce kanalıyla Türkçeye giren Yunanca kelimelerin sayısının 15000'i bulduğunu kaydetmektedir. Tabiî bu rakam, Fransızca yanında Grekçe ile ilgili diğer dilleri de işin içine kattığı için, bir yerde, bütün Hint-Avrupa dillerinden aldığımız kelimeleri ifade etmektedir.
Bugün Ermeni, Arnavut ve Gürcü dillerini Hint-Avrupa dil grubuna dahil etmekte ise büyük güçlükler yaşanmaktadır. Bunun başlıca sebebi ise, tıpkı güney İslavcasında olduğu gibi, Türkçenin bu dillere etkisinin, sadece sözlük temelinde kalmayıp, gramer ve söz dizimi düzlemine de sıçramış olmasıdır (46).
Aşağı yukarı iki yüzyıldan beri bilim dünyasını meşgul eden Türkçe ve komşu dillerin birbirlerinden aldıklarını belirleme çalışmaları, konunun zaman ve mekan açısından genişliği de dikkate alındığında, daha birkaç yüzyıl sürecek gibidir.
Sonuç
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Takip edebildiğimiz tarihi seyri içinde Türkçe, komşularına, en az onlardan aldığı kadarını vermiştir; yani Türkler, teknoloji başta olmak üzere, pek çok bilim dalından bilgilerin, çeşitli yaşayış tarzlarının, kültür faaliyetlerinin ve modaların ithal edildiği son yüzyıla kadar, komşularına, onlardan öğrendiklerinden fazlasını öğretmişlerdir. Hattâ İslavlar, Macarlar, Rumlar ve Farslarla ilişkileri söz konusu olduğunda, bu bilgi alış verişinde Türkler'in komşularına öğrettiklerinin, onlardan öğrendiklerinden epeyce ağır bastığını görüyoruz.
Şimdi sizlere Türk diline komşu olarak yaşamış Fars, Arap, Rus, Romen, Bulgar, Sırp-Hırvat, Arnavut, Yunan ve Macar dillerine ait sözlükler ile bu dillerin Türkçeyle ilişkileri konusundaki çeşitli makaleleri gözden geçirerek, Türkçenin, bu dillere, yalnızca beslenme ve giyim-kuşam kültürüyle ilgili verdiği kelimelere ait bazı rakamlar vermek istiyorum:
Türkçenin komşularına verdiği beslenme kültürüyle ilgili kelimeler: Farsçaya 258, Arapçaya 179, Rusçaya 300, Romenceye 193, Bulgarcaya 185, Sırp-Hırvatçaya 347, Arnavutçaya 188, Yunancaya 141, Macarcaya 176 (47).
Türkçenin komşularına verdiği giyim-kuşam kültürüyle ilgili kelimeler: Farsçaya 233, Arapçaya 180, Rusçaya 280, Romenceye 189, Bulgarcaya 183, Sırp-Hırvatçaya 316, Arnavutçaya 163, Yunancaya 118, Macarcaya 171 (48).
Türkçenin giyinme ve beslenme gibi temel kültür konusunda dokuz komşusuna dün verdiği bu 1525 kelimeyi görünce, bugün Türk olarak üretememenin, Türkçede biriktirememenin ve başkalarının ürettiklerine hazıra konmanın utancı içinde, şu sorulara cevap bulmağa çalışıyorum:

1. Türkçemiz, ana dilimiz, böylesine bereketli bir geçmişe sahip olmasına rağmen, bugün bizim onun karşısındaki tavrımız nedir?
2. Okullarımızda ana dilimizi yeterince öğretebiliyor muyuz?Ana dilimizi öğretmede yeni ses ve yazı teknolojilerinden yeterince yararlanabiliyor muyuz?
3. Çocuklarımızın çevresini kuşatan sözlü ve yazılı basının ana dilimize karşı duyması gereken sevgi ve sorumluluk yeterli mi?
4. Din dili, evrensel dil gibi yutturmacalarla çok küçük yaşlarda, daha çocuklarımızın ana dillerinin yapı ve anlam örgüsü oluşmadan ve büyük kısmının ömür boyu ihtiyaç duymayacakları yabancı dilleri onlara zorla öğretmeye devam edecek miyiz? Böyle yaparak, ana yurdumuz olan ana dilimizi terk ederek, topluca, bir başka ülkeye, yani bir başka dile taşınmağa mı karar verdik?
5. Sovyet zulmünden kurtulan kardeşlerimiz, alfabelerini değiştirmeye, ana dili okullarını çoğaltmaya ve eski devirlerin Rusça ders kitaplarını kendi ana dillerine aktarmaya çalışırken, yabancı dille eğitim ve öğretimi yaygınlaştırmayı düşünüyor muyuz? Kazakistan başkanı Nursultan Nazarbayev, Kazak Türkçesini bilmeyen beş milyonun üzerindeki Rus asıllı yurttaşına Kazak Türkçesini öğretmeğe çalışırken, Başkan Bush yerine Presedent Bush veya uyum, uyuşma, uzlaşma yerine consensus diyen ve böyle dedikçe kendilerini bir hoş hisseden yöneticiler yetişmeyi sürdürecek miyiz? Bir ömür boyu edindiğimiz bilgileri, ana dilimiz Türkçede mi, yoksa İngilizce, Fransızca, Almanca veya Arapçada mı biriktireceğimize karar verdik mi? Bir asırdan fazla bir süredir yabancı dil öğrenen ve bilgilerini ana dillerinde mi, yoksa edindikleri yabancı dillerde mi biriktireceklerine karar veremeyen Hindistan, Pakistan, Afganistan ve Mısır gibi ülkelerin durumundan ders almayı düşünüyor muyuz?
6. Türkçe üzerine çalışan biz türkologlar, ne kadar ciddi ve samimi çabalar içindeyiz?
Bütün bu soruları, daha büyük bir soruda toplayalım: Biz ne yapıyoruz?. Yıllardan beri kulaklarımda sürekli bir soru uğulduyor. Bilge Kağan soruyor, Kaşgarlı Mahmud soruyor, Karamanoğlu Mehmed Bey soruyor, Atatürk soruyor: Siz ne yapıyorsunuz?. Gerçekten Biz ne yapıyoruz?.
Notlar:
1. Vossler, Karl, The Spirit of Language in Civilization, London 1951, s. 117.
2. Ülken, H. Ziya, Bilgi ve Değer, Ankara ?, s. 138.
3. Psikolojiye Giriş, yay. sor. Yrd. Doç. Dr. Sirel Karakaş (Clifford F. Morgan-Mc. Graw Hill, A Brief Introduction to Psychology, New York 1977'den çeviri), Ankara 1988, s. 115.
4. D. Gross, Richard, Psychology, London 1994, s. 337; Reber, S. Artur, Dictionary of Psychology, Middesex 1995, s. 382-383.
5. Bloomfield, L., Language, London 1979, s. 43.
6. Bloomfield, L., a.g.e., s. 54-55.
7. Vossler, Karl, a.g.e., s. 117.
8. Bloomfield, L., a.g.e., s. 463.
9. Jeffers, J. R.-Lehiste, I., Principles and Methods for Historical Linguistics, Cambridge 1982, s. 142.
10. Bloomfield, L., a.g.e., s. 461-463.
11. Bloomfield, L., a.g.e., s. 456.
12. Bloomfield, L., a.g.e., s. 461.
13. Jeffers, J.R.-Lehiste, I., a.g.e., s. 150 ve Bloomfield, L., a.g.e., s. 461, 462, 471.
14. Räsänen, Martti, Versuch eines etymologischen Wörtebuchs der Türksprachen, Helsinki 1969.
15. Tursun Rahimoviç Rahimov, Kitayskie element v sovremennom Uygurskom yazıke, Moskova 1970, 352 s.
16. Krş.: Bazin, Louis, Structures et Tendances Communes des Langues Turques, PhTF I, 1959, Türkçesi: Gemalmaz, Efrasyap, Türk Dillerinin Müşterek Tarafları ve Temayülleri, Tarihi Türk Şiveleri, yay. Mehmet Akalın, Erzurum 1976, s. 15-29 ;

Rona-Tas, A., Tocharsche Elemente in der Altaischen Sprachen, Language and History Contributions to Comparative Altaistics, Szeged 1986;
Aalto, P., Iranian Contacs of the Turks inPre-Islamic Times, Studia Turcica, Budapest 1971, s. 29-37.
17. Tezcan, Semih, En Eski Türk Dili Ve Yazını, Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Ankara 1978, s. 271-323.
18. Doerfer, G., Türkische und Mongolische Elemente im Neupersischen I-IV, Wiesbaden 1963-1975. Bk. III, s. 411.
19. Köprülü, M. F., Yeni Farisîde Türk Unsurları, TM VII-VIII, İstanbul 1942, s. 1-16.
20. Doerfer, G., a.g.e.
21. Menges, K. H., Zwei alt-mesopotamische Lehnwörter im altaiischen, UAJ 25 (1953), s. 299-304.
22. Poppe, N., Ein altes Kulturvort in den altaiischen Sprachen, STOF 19:5 (1953), s. 23-25
23. Tietze, A., Direkte arabische Entlehnungen im anatolischen Türkisch, Jean Deny Armağanı, Ankara 1958, s. 255-333.
24. Gordlevskiy, V. A., K voprosu o vilianii turetskogo yazıka na arabska, V.A. Gordlevskiy izbraniyye soçineniye, Moskova 1961, II, s. 138-154.
25. Ateş, A., Arapça yazı dilinde Türkçe kelimeler üzerine bir deneme I, Reşit Rahmeti Arat İçin, Ankara 1966, s. 26-31.
26. Miklosich, H.F., Die Slavischen-magyarischen und rumanischen Elemente im türkischen Sprachschatze, Wien 1889.
27. Veljacic, S., Sırp-Hırvat Diline Girmiş Olan Türk Maddî Kültür Unsurları, Doktora tezi, İstanbul 1966.
28. Tietze, A., Slavische Lehnwörter in der türkischen Volkssprache, Oriens X, s. 1-47.
29. Bu çalışmalar için bk: Poppe, N., Introduction to Altaic Linguistics, Wiesbaden 1965, s. 165-176; Poppe, N.Jr., Studies of Turkic loan words in Russian, Wiesbaden 1971.
30. Şipova, E.N., Slovar' Tyurkizmov v Russkom yazıke, Alma-Ata 1976, 444 s.; Skaljic, A., Turcizmi u Srpskohrvatskom- Hrvatskosrpskom jeziku, Sarayova 1985, 662 s.
31. Vasmer, M., Russisches etymologisches Wörterbuch, 3 vols., Heidelberg 1950-1958.
32. Gombocz, Zoltan, Honfoglaláselötti Török jövevényszavaink, MnyKT 7, Budapest 1908, 108 s. ve Gombocz Z., Die bulgarisch-türkischen Lehnwörter in der Ungarischen Sprache, MSFOu XXX, Helsingfors 1912.
33. A Magyar Nyelv történeti-etimologiai szótara I-IV, Budapest 1984, 2. baskı.
34. Ligeti, L., A Magyar nyelv Török kapcsolatai a honfoglalás elött és az Arpad-korban, Budapest 1986. 602 s.
35. Kakuk, Zsuzsa, Recherches sur l'histoire de la langue osmanlie des XVI et XVII. siecles Les elements osmanlis de la langue hongroise, BOH XIX, Budapest 1973.; Kakuk, Zs., Cultural Words from the Turkish occupation of Hungary, Studia Turco-Hungarica IV, Budapest 1977.
36. Miklosich, Franz, Etymologisches Wörterbuch der slavischen Sprachen, Wien 1886.
37. Miklosich, F., Die Fremdwörter in den slavischen Sprachen, Denkschriften der Kaiserlichen Akademia der Wissenchaften, Philosophisch-historische Classe, XV, Wien 1867, s. 73-140.
38. Miklosich, F., Die Türkischen Elemente in den südost-und osteuropischen Sprachen (Griechisch, Albanisch, Rumenisch, Bulgarisch, Serbisch, Klein Russisch, Großrussisch, Polnisch) I, Denkschriften der Kaiserlichen Akademie der Wissenschaften, Philosophisch-historische Classe, XXXVII, Wien 1884, s. 239-338; Wien 1885, s. 105-192; rachtrag I. XXXVII, Wien 1889, s. 1-88; II. XXXVIII, Wien 1890, s. 1-70.
39. Löbel, T., Elemente turcesti arabeti si persane in limba romana, Leipzig 1894.
40. Saineanu, L., Influenta orientala asupta limbei şi culturei romane, Bucuresti 1900.
41. Györffy György, A Magyarok elödeiröl és a honfoglalásrol, Budapest 1975.
42. Moravcsik, Gyula, Byzantinoturcica I-II, Berlin 1958.
43. Mayer, Gustav, Türkische Studien I. Die griechischen und romanischen Bestandteile im Wortschatze des Osmanische- Türkischen, Wien 1893.
44. Tietze, Andreas, Griechische Lehnwörter im anatolischen Türkisch, Oriens VIII, 1955, s. 204-257.
45. Coukidis, C., Leksilogion Ellinikon Lekseon Paragomenon ek tis Tourkikis, Atina 1960. Bk. tanıtma: Suat Sinanoğlu, Türkçeden geçme Yunanca kelimeler sözlüğü, TTK-Belleten XXVI, Ankara 1969, s. 407-410.
46. Gukasyan, V.L., Azerbaycan Dilinin Teşekkülüne Dair Geydler, Nesimi Adına Dilçilik İnstitutu, Baku 1983, s. 35-62.
47. Karaağaç, G., Türkçenin Komşularına Verdiği Beslenme Kültürüyle İlgili Kelimeler, Türk Dili 564, Ankara 1998, s. 476-496.
Karaağaç, G., Türkçenin Komşu Dillere Verdiği Giyim-Kuşam İle İlgili Kelimeleri, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi 5, Ankara 1998, s. 361-388.

0 Comments:

Post a Comment

Subscribe to Post Comments [Atom]

<< Home